maculay cülkin ve sarı saç furyası


home alone daki sarı saçlı küçük çocuk maculay cülkinin bugün doğum günü. biraz önce imdb de gördüm 29 yaşına girmiş. 90ların başı çocukları için evde tek başına büyük bir filmdi. vidyosunu evde defalarca izler kendimce misafirlere bubi tuzakları, hınzır şakalar yapmak isterdim. fakat gel gör ki bizde malzeme kıtlığı vardı. culkinlerin evde giriş kapısının yanında bir kapı vardı ki içini açınca sprey boyalardan benzine, kum torbalarından yaylara kadar her şey bulunurdu. standart bi ev değil mühimmat deposu gibiydi orası. bizim küçük bölmeler kiler moduna girmişti, yedekte tutulan bulgur, bakliyattan başka şey çıkmazdı. üstelik bunun yanında culkinlerin bodrumu, çatı arası, arka giriş kapısı gibi avantajları vardı. benim ise normal bir apartman binasında kendime uygun kaçış yolu çizecek bir alanım yoktu. ulaşabildiğim yegane tehlikeli şeyler çakmak, lastik, ip gibi standart şeylerdi. bu tutkumu yukarı kattan aşağı yumurta atarak ve tükürerek bir nebze dindirebildim. ama cülkin boş durmuyordu, michael jacksonun black or white klibinde babasını uçuruyor, my girl filminde ise romantikleşebiliyordu kızların gözünde. hafiften kıl olmaya başlamıştım artık ona. amerikan kesim sarı saçların meşhur olduğu dönemdi. kirpi gibi kapkara saçlarımızla bu akım bizleri çok vurdu. ortaokulda cülkinden kurtulduk bu sefer karşımızda bir başka amerikan kesim sarı saçlı adam geldi, titanikten jack. bütün güzel kızlar jack jack diye bayılırken bir jacke bakıp bir kendi kara saçlarıma bakmış, koca gözlüklerimle dünyada ona ve onun gibilere benzeyen son adam olduğumu anlamıştım. yıllar sonra maculay culkinin bir gazete haberinde uyuşturucu bağımlısı olduğunu öğrenmiş ve içten içe sevinmiştim bile ona uyuz olduğum için. oysa şimdi bakıyorumda ne maculaya ne de jack e artık kızmıyorum. hatta maculayın doğum kününü bile kutlardım telefonu olsa.

seri ilanlar

tam olarak nerelerde ve ne zamanlar gördüğümden emin olmasam da bir binanın üst katında cama ''seri ilan'' yazısının yapıştırıldığını biliyordum. seri ilanlar sayfasına sanki hayatım boyunca ilişmeyeceğim, alakamın olmayacağı kendince bir dünya olarak bakmıştım. oysaki kaderin cilvesi bizi bir araya getirdi. daha doğrusu bir ağustos sıcağında kadıköyde seri ilan nerede verebilirm diye 12 büfe ve 9 bakkala sorduktan sonra birbirimize kavuşabildik rıhtıma doğru. sıcak bir iş hanının en üst katında kıç kadar bir odaya yolladılar beni. içersi bit pazarı gibiydi. her yerde evraklar, üst üste birikmiş kitaplar, faturalar, fişler, kırtasiyeler, 2 tane televizyon, vantilatör, evrak çantası, klasörler, bir adet gemi maketi, yüzlerce gazete, faks cihazı, birkaç telefon, bilgisayar ve arada gözüken bir adam. nedense içerde 1970lerin havası vardı buram buram. benimle ilgilenen adamın tarzı dahil herşey eskiden geliyordu. eski bir iş hanının en üst katında 1970'lere açılan sihirli bir kapı bulmuş gibiydim. bilgilerimi verdikten sonra eski usüllerle çözdü adam işi. bir yere telefon açtı, adımı kodladı, adananın A sı, Zonguldak Z si diye. son harf R yi iki kere söylemek zorunda kaldı Rize Rize!' diye. sonrası ise sıkıntılı bir bekleyiş oldu benim için. hani televizyon sesi kısık halde karlı ekranda açık kalırken bi his yayılır televizyondan odaya. öyle bir rahatsızlık halinde geçti bi süre. daha sonra yarın posta gazetesinde pasomu kaybettim hükümsüzdür yazımın çıkacağını bildirdi, hayırlı olsun dedi. hayırlı olsun deyince bana biraz garip geldi.


sinema tarihinin rahatsız adamları

bir filmi tekrar tekrar izlettiren bazı karakterler vardır. bir süre sonra onların diyalogları ezberlenir, mimikleri akla kazınır. adamlar tek başlarına filmi izlettirirler yani. işte tüm bu rahatsız, takıntılı, dengesiz çoğu zamansalak ve saf, bazen de tehlikeli olan adamlardan bir top ten yaptım. unuttuğum diğer rahatsız, dengesiz ve takıntılılardan af dilerim.

1. Walter Sobchak (The Big Lebowski)



görev adamı, dude'ın en yakın arkadaşı walter. vietnam takıntısı ve eski karısının köpeğine bakma sorumluluğuna bowling oynarken karşı takımın çizgiye basması eklenince çıldıran walter özellikle filmin sonlarına doğru külleri serperken rüzgara karşı yaptığı konuşma ile en rahatsız adam listesinde bir numarada.

2. Cable Guy (The Cable Guy)



peltek kablocu. müşterisinin bedava kablo teklifi ile onu ruhuna kadar satın alan bir iblis. steve'nin hayatına, arkadaşlarına, sevgilisine ekşiyor, ailesi ile terbiyesiz oyunlar bile oynuyor. basketbol maçındaki canhıraç oyunu ve ortaçağ dövüşü onu en rahatsız adamlar listesinde iki numaraya taşıyor.

3. Dadan Karambolo ( Crna macka, beli macor / Kara kedi ak kedi)



listenin en dolandırıcı adamı. matko kardeşini soyup soğana çeviriyor fakat ''ülkesini seven bir işadamı'' ünvanını alıyor yine ondan. buba mara sını matkonun oğluna yamayıp bu işten içi benzin dolu bir tren kadar kar bile elde ediyor. anlık çıkışları, düğündeki dansı, el bombası sevgisiyle yukarıları çok zorlayarak üç numarada, unutmadan pitbull terrieeeer..

4. Healy (There's Something About Mary)



listenin en kurnaz adamı. tek ayağı üstünde hepimize yalanlar söyleyebilir. tipi ve tarzıyla listenin olmazsa olmaz rahatsızı. büyük bir yalancı ve müşterisinin aradığı hatuna aşık oluyor. köpeği hayata döndürme sahnesi unutulmaz.

5. Milton Dammers ( The Frighteners)



psişik filmin psişik fbi ajanı. kadınlara ve parapsikolojiye yaklaşımı ile tam bir rahatsız. jim carrey ile tipleri birbirlşerine çok benziyor.

6. Şakir (Çiçek Abbas)



listeye giren yerli rahatsız. kendi kendine racon kesen, minibüse kız atan sonra da nişanlısına yakalanıp tokadı yiyince hırsını fukara abbastan alan yarı maço yarı komik adam. sarhoş olduğu sahneler, abbası evden sktredişi ve kahvedeki atışmalar defalarca izlenilebilir.

7. Boris The Blade (Snatch)



silah işeriyle uğraşan abi. çok sıkı bi tarzı var. filmin sonlarında ay uy diye kafayı bile yiyor. ayrıca başka bir özelliği ölmemesi, evet bu abi ölmüyor.

8. Theodore Donald 'Donny' Kerabatsos



The Big Lebowski'nin listeye soktuğu ikinci adam. kendisini kalp krizi sonucu kaybettik. dilerseniz walter'in sözleriyle devam edelim:

''Donny iyi bir bowling oyuncusu ve iyi bir adamdı. O bizden biriydi. Doğa sporlarını seven bir adamdı ve bowlingi de. Bir sörfçü olarak La Jolla'Dan Leo Carrillo'ya kadar tüm Güney California sahillerini dolaşmıştı. Pismo'ya bile gitmişti. O öldü. Yaşıtlarının çoğunda olduğu gibi o da zamanı gelmeden öldü. Sen Yüce Tanrım, onu yanına aldın. Pek çok hayatının baharında genci yanına aldığın gibi. Khe Sanh'da, Long Duc'da ve 364. tepede. bu gençler canlarını verdiler. Donny de öyle. Donny bowlingi severdi. Ve işte, Theodore Donald Karabotsos. Ölümünün sana huzur vermesi dileğiyle seninle vedalaşıyoruz. Senden kalan son ölümlü külleri de çok sevdiğin Pasifik Okyanusu'nun dibine gönderiyoruz. Rahat uyu yakışıklı prens... Lânet olsun. Lânet olsun Ahbap. Üzgünüm. Lânet olası rüzgâr. - Lânet olsun Walter, seni pislik. - Üzgünüm.''

9. Barton Fink (Barton Fink)




içine kapanık oyun yazarı. büyük umutlarla hollywooda gelir fakat bulacağı şey cehennem olacaktır. bir de,

-are you in pictures ?

10. Tommy DeVito (Goodfellas)



listenin en tehlikeli dengesiz adamı. hobileri adam öldürmek ve gömmek. gömme işleminden önce annesine yemeğe de uğramış oluyor yol üzeri hem. espri yapmayı sever. üslubu süperdir.

Sipeyşıl gest: Winston ''The Wolf'' Wolfe (Pulp Fiction)



bir bakıma listenin onur konuğudur winston abi. çabuk düşünür çabuk karar verir, vakit kaybetmez. hızlı, ciddi, dediğim dediktir. 7 dakika 43 saniye sonra kapınızda olur. dedi mi olur.

''i solve problems''

yavaş yavaş

küçücük bir alanda bir yerlere taşınma çabasında bu sıcaklarda ter dökmek. seyahat kartınızın size dönük olmayan yüzünde biz insan taşıyoruz yazısına rağmen o kapalı tabuta girince insanlık namına birşey bulamamak. aramak fakat bulamamak. sadece kapalı camlar, arkaya gidebilme baskısı, sıcak, ensede biraz ter, daha sonra sağ bacaktan aşağı doğru süzülen göt çıkışlı ter damlasının izleri. tüm bu eksileri kulağında müzik, kafanda oradan soyutlanmana yarayacak bambaşka düşlerle bastırıp merkeze iniş. iner inmez güneşin hem bizi yaratması hemde acı vermesinin çelişkisi, ama bu sefer ağustostayız ve acı vericiliği son derece yüksek. ona şükürlerimi sunmayı geçtim ondan nefret ediyorum. şimdi de metrobüse binmem gerekiyor, gitmem gereken bölgelere pek gitmediğimden neresi nerden sonra gelir bilmiyorum doğduğum şehir olmasına rağmen. çünkü ben herşeyin çok çabuk değişmediği şirin, şirin olmasa bile küçük bir yerde büyümedim. benim doğduğum yerde nehirden akan yeni suların yeni yolları gibi yerleşim yerleri türedi, bir sokaktan diğerine saptılar ilerlediler. bir o kadar da biçimsiz, kirliler. metrobüs kendi kurallarıyla var, bir duraktan sonra diğeri gelir, bu çok standart, ama bir yere gitmek için bir veya birkaç yerden aktarma gereklidir. hiç bir açıklama yok. nerden nereye kadar bi cihaz gider veya hangi durak hangisinin sonrası, treni tanırdım en azından kapıların üstünde durak adları yazılırdı sırayla, metrobüs onun kopyası gibi olsada çocukluğumun treni kadar yardım etmedi. içerdeki insanlar daha çok yardım ettiler, ineceğim garip yeri buldum. tüm bunlardan 2 saat öncesinde fotoğraf çektirmek zorundaydım. resmi yere giderken, resmi belgeler kullanılırdı ve bunun içinde resmi bir surat istiyorlardı. bayanlar için başı açık erkekler için sakalsız. yavaş yavaş onların istediği şekle giriyorum, sakallarımı kestim, fotoğrafımı çektirdim. on yıllar önce kurmadıkları ''komünist'' tren yollarından, tramvaylardan onun kopyası, adisi, onun yavşağı çirkin metrobüsle geçtim, demiryolu yerine asfalta da bir o kadar para ödedim. yavaş yavaş onların istediği şekle giriyorum..


vynalez zkásky


1958 çekoslovakya yapımı bir steampunk vynalez zkásky. uluslararası ismi ''A Deadly Invention''. filmin her karesinde başka bir dünyada olduğunuz hissine kapılıyorsunuz. kocaman dişlileri ve çarklarıyla etrafı sarmış makinalar, her yer buhar ve gerçeküstü yapılar. jules verne tarzı var herşeyde. çekoslovakyadan bu tür orjinal işler çıkıyor. vynalez zkásky den 15 sene sonra gelecek olan ''divoká planeta'' buna örnek olabilecek nitelikte bir film.


steampunkın sinemadaki ilk örneklerinden. film endüstrisinin o zamanki şartlarına bakıldığında bugün bile filmde bir açık, bütünlüğü bozacak bir terslik yakalayamıyorsunuz Biraz rüya, biraz animasyon gibi hissettiriyor.

filmin konusuna gelince, adamlarıyla birlikte korsanlık yapan ve ticaret gemilerine saldırıp ganimetlerini toplayan kont artigas, bir yanardağın içine gizlediği üssünde dünyayı ele geçirme planları yapmaktadır. o sıralarda çok gizli bir deney üzerinde çalışan profesör roch ve yardımcısı simon hartı kaçırarak gizli adasında profesörü kendi planları için kullanır..





etrafta işlerin yolunda gitmesinin yegane göstergesi sabahları parka yürüyüş yapmaya giden ve aynı eşofman takımını giyen yaşlı çiftlerin miktarındaki istikrardır. binlerce yaşlı amca ve teyze karı-koca zamanında beraber aldıkları tıpatıp aynı eşofmanlarını gurula giyerler ve yürüyüşlerine çıkarlar. sabah bu tabloyla üstüme bir rahatlık çöker. çünkü onlar ki bu ülkede televizyon ve gündemin sıkı takipçileri, uslanmaz dedikodu avcılarıdır. bir sabah uyanır da aynı eşofmanlı yürüyüşe çıkan yaşlı çiftlere rastlayamazsam anlarım ki bir felaketin eşiğindeyiz. ya savaş çıkacak amcalar teyzeler bunun kokusunu aldılar ekmek makarne depolıyorlar veya afet yaklaşıyor deprem sel geliyor, o gün herhangi bir olağanüstü gelişme oldu. genellikle 80lerin cüretkar desenli fosforlu renklerini tercih eden aynı eşofman sahibi yaşlı çiftler bir nevi sigorta görevi görmektedirler.


mega hafıza 5000

küçükken en sevdiğim televizyon programı mega hafıza 2000 setinin reklamlarıydı. bu arada 2000ini ben ekliyorum bazen 3000 bazen 5000 yapıyorum çünkü tek başına mega hafıza kuru kalıyor. eski reklamları baya uzundu, insanlar çıkar mega hafızanın gücünü gösterirlerdi. kimi zaman benim yaşlarımda bir çocuk çıkar her kelimeye bir numara verip çocuğa bir kere söylerler sonra o çocuk bunları hafızasına kaydederek bir dahaki sefere 30 kadar numarayı sorduklarına 26 ördek, 13 basketbol filan derdi, bilirdi hepsini. kendi kendime yaptığım testlerden sonra en fazla üstüne düşündüğüm 2-3 numara ezberimde kalınca moralim öyle bozulurduki birdahaki reklamda o çocuğa kinle karışık özenirdim. fotografik yöntem diyorlar buna. o zamanlardan biraz kapmıştım bu işi. sonradan bozuldu ve geldiği nokta ezberlencek maddelerin baş harflerini sıralayıp FISTIKÇIŞAHAP gibi az mantıklı bir kelimeye döndürmeye geldi. üniversite dönemimde sınava dakikalar kala bir köşede FİÇFORKE veya MAAKLER gibi sınava gireceğim anda kağıdın köşesine yazdığım kısaltmalar çok işimi gördü. baş harften çağırışım çok işe yarar bi yöntem ama bunu mega hafıza 4000in içine sokarsak terbiyesizlik olur tabi, benim yöntemim ucuz, kolpa ve kısa vadeli fakat baya da başarılıydı.



zeitgeist üzerinden rant

internet üzerinde çok dönen, çokta beğeni toplayan zeitgeist: the movie nin yani ilk filmin ablemini taşıyan o dünya şeklini bir kitapçıda bir kitabın üstünde gördüğümde şaşırdım. yaklaştım elime aldım, adı da zeitgeist di kitabın. emin olmuştum bu bizim indirdiğimiz tekrar tekrar izlediğimiz ve sağa sola dağıttığımız zeitgeistti. fakat neden böyle bi kitap vardı ? anlatılmak istenilenler zaten görsel olarak çok güzel şekilde anlatılmıştı. önce belgesel üzerine fikirlerin, yeni düşüncelerin veya eleştirilerin olduğu bir kitap sandım. öyle ya böyle bir kitap yazılıp satılabilirdi. fakat sayfaları çevirince anladım ki birebir olarak belgeselin metnini türkçe çevirisi vardı içinde. önsöz dışında başka hiç birşey katmıyordu zeitgeiste. üstelik kitap içindeki tüm resimler belgeselden capture edilmişti, yani birebir olarak film kareleri basılmıştı kitap sayfalarına. sona geldiğimde fiyatının da 16 lira olduğunu gördüm. çok üzücü bir şey bu. zeitgeist gibi orjinal ve üstelik yapımcılarının para kaygısı üretmeden downloada açık bir şekilde yaymaya çalıştıkları belgeselin görselleri ve metni ile kitap basılmakla kalmamış birde bunu faiş fiyattan sürmüşler piyasaya. yahu buna el atmayaydınız. zeitgeist i ilk defa bu kitapla öğrenenler okuduktan sonra kesin belgeseli indirecek ve izleyecekler. fakat izledikleri ellerindeki yazılar ve resimlerin haraketlisi olacak. afedersiniz de adam sevicilik derim buna. üzücü...


anket kaosu


ağustos ayı ile beraber sokaklardaki anketörler ve bilimum yardım ve çevre örgütlerinin elemanlarında büyük oranda artış gerçekleşti. kadıköydeki beşiktaş iskelesinin civarında herkes yanında bir anketörle bişeyler dolduruyordu. öyle ki sokaktaki insanların yarısı anket yapmak isterken yarısı da onlardan kaçmak istiyordu. artık anketör/sokaktaki halk oranı %50 olmuştu. ve giderek çoğalıyorlardı. bir gün önce kaçabildiğimiz köşeler ve binalara yakın sokak kuytuları bir sonraki gün planlı ve sistemli bir şekilde zaptediliyor, anket doldurmadan greenpiisçi olmadan kurtulamıyorduk. sayısal güçlerinin sonucu onlarla konuşmadan kaçmaya çalışırsak bizi paylıyorlardı! yanıma gelen kız bi dergi iliştirmeye çalıştı elime koluma doğru. ''bişey satın almak istemiyorum saolun'' dedim. ''parasız vericem al'' diye karşılık verdi. ''olsun yinede istemiyorum'' dedim. ''of aman be git'' diye kızdı bana. bu arada kadıköyde ''90ların boyacı çocuk terörünü'' yakından yaşayan biri olduğum için sokaktaki yabancıların hakaret ve hatta üzerimde fiziksel güç kullanımlarına alışkınım. o günlerin getirisi bugün bende çelik gibi sinirler oldu. hiç bozulmadım kızcağız öyle diyince. kapkara saçlarıyla bütün gün sokaklarda, ayakta güneşi depoladığı için daha fazla sinirlenirse kendisinin bile kontrol edemeyeceği bir gücün ortaya çıkabileceği ihtimali ile korkup hızlandım arkama bakmadan.bir günü daha atlatmıştım.