arecibo mesajı


1974 yılında seti tarafından uzaya yollanan ve yukardaki kodlardan oluşan mesaj şu anda uzayda bir yerlerde hala ilerliyor veya belkide birilerine ulaştı bile.

nba oyunculuğu ve takım elbise ilişkisi

nba oyuncularını her zaman saha içindeki şortlu, atletli halleri ile biliriz. oysaki bu koca adamlar kimi zaman takım elbiseler içinde pozlar verince bi garip oluyorlar. o alıştığımız halleri yerine ciddi bi havaya bürünüveriyorlar. mesela futbolcuları takım elbise ile görünce nba devlerini gördüğümüz kadar şaşırmıyoruz. buna kanıt olacak bir kaç fotoğraf sunmak istiyorum:


bakınız dikembe mutombaya. lacilerini çekmiş, kendinden emin koca bir gülümseme kondurmuş suratına.

ya postacı karl malone? sanki o zıplayan adam gitmiş yerine borsada gergin bir şekilde kağıtlarını izleyen veya sendika toplantısında sinirli bir şekilde odayı terkeden bir adam gelmiş takım elbiseyi giyince. Hatta türk filmlerinde oğlu kızına aşık oldu diye ustabaşı yaşarı işinden kovan pis patrona bile benziyor altın yüzük filan.

yao ming ise kravatsız haliyle burdaki dizi oyuncularını andırıyor. çıkar 40 yıllık deliyürekten miroğlunu oynar bu haliyle yao. tavrı filan hep ciddi dikkat ederseniz. bunların hepsi o takım elbise yüzünden oluyor. bu örneğe uymayan tek isim ilk fotoğraftaki mutombo, onun nedenini ise nba kartı pozu vermesi ve bu işten para kazanması diye düşünüyorum.

dünyanın en büyük trafik lambası

bugün mılayla dünyanın en büyük trafik lambasını gördük. modadan aşşağı benzinciye doğru inerken orda duruyuordu, heybetliydi. görünce etkilenmemek mümkün değildi. sadece yanlış zaman seçmişti halka görünmek için. oysaki bundan 2500 sene önce filan ortaya çıksaydı büyük ihtimalle herkesi kendine taptıracak, dünyanın hakimi olabilecekti. onu bırakın matrixte filan tüm robotların başı olabilecek bişey. bugün, yarın bile iş görür.

masaüstü

geçenlerde bi mesaj geldi bilgisayarı açınca. gönderen çöp kutusuymuş windowsun. herkes adına o söz almış, tüm masaüstü öğeleri adına. abi dedi ''masaüstüne atıosun herşeyi ebemz skildi bak ne bellek kaldı be yürücek boş alan, lütfen bi el atta temizleyek. sen bana gönder gerisini ben hallederim'' dedi. bende ''neden o bilgisayarım olcak götlek gelmio olm, sıkıosa o çıksın karşıma'' dedim. tabi biliorm o gelse ağır kavga edicez açmıcak bilgisayarı sonra ben hırs etçem formatı basıcam filan bi sürü iş. korkusundan çöp kutusunu yollamış bana, sanki ben bilmiyorum. ''iyi iyi bakarız'' dedim. bi süredir ne temizliyorum masaüstünü, ne de bilgisayarıma tıklıyorum, muhattap olmuyorum o ibneyle. o gelsin özürünü dilesin anca öyle.

alt tab

windowsun en sevdiğim kısayoludur alt ve tab kombinasyonu. bu sayede çok hızlı bir şekide değişik şeyler arasında dolaşabiliyoruz, aklımızı karıştırabiliyoruz. örneğin bu teknoloji sayesinde çok güzel bir kızla güzelce konuşurken alt+tab ile bir anda hırt bir porno filmine geçip çıplak insanlar görebilir ardından yine aynı alt+tab ile çok güzel kızla konuşmamıza dönebiliriz. bu çok itici ama bir o kadar da imkanlı olabildiğimizi gösteriyor. 2000 ler işte bu. bir yandan çok güzel bir kızla edebiyat üstüne konuşurken, ondan cevap beklerken koca pipili adamların, dev memeli kadınların pornosuna kısa süreliğine geçiş yapabilmek. araya daha başka şeyler katmak yaratıcılığınıza kalmış. belki biraz daha iğrençleşmek adına rotten.com dan sıçarken ölen adam, biraz iyi için serpiştirilen manzara resimleri. iyi ve kötü, güzel ile çirkin, tüm diğer karşıtlıklar bu kadar yakın olamamıştır. hepsini alt+tab ile yapabiliyoruz artık. bundan elli sene önce bir adama bir ekrana bakarak on saniye içinde güzel bir kızla görüntülü konuşacaksınız, porno film izleyeceksiniz, hiçbir zaman ayak basamayacağınız bir manzarayı göreceksiniz deseydik bu hızlılığa ve karşıtlığa şaşar kalırdı herhalde.


bisiklet yolum ve hamamböcekleri


bir televizyon programında görmüştüm, hamamböcekleri evlerde yollarını bulmak için insan gözüyle görülemeyen bir madde yayıyorlar geçtikleri yollarına. ormanda kaybolmamak için yere atılan ekmek parçaları gibi yani. böylece sanki bir otoyolun üstündeymiş gibi güvenli yolculuk ediyorlar gözle görülmez güzergahlarında. bunu bir benzerini şehirde bisiklete binerken bende yaşıyorum. genelde arkadaşlarıma giden yollar bir sürü bozuk veya yüksek kaldırım, tehlikeli cadde ağızı, çukur ve tümseklerle dolu. gide gele zamanla kaldırımın neresinde yükselti az, nerde aşağı doğru hafif meyil var alışıyorsunuz. ve bu bi anda düşünmeden oluyor. içgüdüsel olarak sürekli daha önce geçtiğiniz yol üzerinden geçiyorsunuz bisikletle. ve böylece hamamböcekleriyle aramdaki bu ortak noktayı farkettim.

şarkı sözleri açısından

düşünüyorum da şarkılar hep erkekler tarafından yazılmış çoğunlukla. ingilizcenin olayından dolayı şu he/she ayrımı hemen farkedilyio. bu durum kızlar için kötü. ben kız olsam uyuz olurdum bu duruma.


kompüterim benim


bilgisayarların gelişmesi son derece yararlı oldu insanoğluna. bunu reddedemem. ama her iyi şeyin bi yan etkisi olduğu gibi bilgisayar 90 larda çocuk olan ve 2000 lerde çocukluğuna devam eden benim gibi bünyeler için birtakım geri alınamaz sıkıntılar yarattı. insanlar bilgisayarlarla bilime, tıbba, ulaşıma filan katkılar yaparken oyunlarla da biz genç dimağlar için yıkım getirmişlerdir. şöyle ki babanın eve getirdiği ilk siyah ilkel atariden, kuş vurma oyunlu kartlısına, sega megadrive lardan amiga 500lere disketlere, komodorlara oyun kasetlere kafa ayarı yapılmasına, yolda tetris ve nintendolara, celeronlar voodo ekran kartları ve playstation 1 lerden günümüze kadar gelen bir ağın içine yapışıp kaldık. biliyorum ki benim gibi ne bir müzik aletini eline alan, ne herhangi bir spor dalıyla uğraşan veya maket yapımı gibi şeyleri hobi eden fakat bunlara karşı 10-15 yıllık oyun hayatında onlarca oyun bitiren bir akran kitlem var. bu 15 yıl bana ne kattı diye düşününce hiç bir katkısının olmadığını anlıyorum. sadece kendi içinde beceriler kazndırıyor. yeni çıkan oyunlara hemen uyum sağlama ve klavye+mouse kombinasyonunu çok rahat kullanma gibi. bunun dışında dışardaki hayatta bir çok sahnenin akla oyunları getirmesi olasıdır. ilkokulda öğrencilerin merdiveneleri çıkışını fifa 99 animasyonuna benzetir, lise de müdür yardımcısının azarlamaları esnasında onu doom dan ona çok benzeyen bir karakter gibi algılardım. dersanede bütün gün sadece oyun konuştuğum arkadaşlarım vardı! tüm bunların yanında hangi dönem hangi oyunu oynarsam hükmettiğim karakterim gibi hisseder, düşünürdüm. kalabalık yollarda carmageddon oynamayı veya yerine göre çok sevdiğim savaş baltamı yanımda isterdim. korsanlık oyunlarında pis pis sırıtırdım, omuzuma bir muhabbet kuşumuzu koymaya çalışırdım fakat her seferinde kaçardı bizim cici kuş. ama yine de tüm kompütır olayını çok seviyorum. belki beni işten güçten ve çeşitli hobilerden becerilerden etti ama onun sayesinde dünyanın görülmemiş yerlerini gördüm, bi sürü güzel kız kurtardım, uzun savaşlara katıldım, goller attım.


diziler başladı!

eylülle birlikte zorlu bir dizi sezonu daha açıldı. ana haber bülteninden sonra anneler, ananeler, babaneler yine televizyon cihazı karşısına kitlenecekler. herkesin iş adamı olduğu dizilerde hayvanlar gibi yakışıklı adamlarla hayvanlar gibi güzel kızlar hem aşk yaşayacak, hem onları çarpıtarak rahat duramayacaklar, işleri altüst edip herkesi meraklandıracaklardır. ikinci kısmı geçiyorum ama eski dizilerde herkes böyle takım elbiseli zengin kısmından değildi yahu. bizim eski dizilerimizde takım elbiseli zengin adamlar genelde art niyetli kötü adamlar olurlardı, onları el birliği ile mahalleden kovardık. biz onlar gibi pasparlak değildik. süper baba, kaygısızlar, bizimkiler, mahallenin muhtarları, ruhsar, ekmek teknesi, ikinci bahar, bir demet tiyatro, baskül ailesi, şehnaz tango, sıdıka ilk aklıma gelenler. bizden, sıradan ve kaliteli hikayeler anlatılırdı bu dizilerde hep. şimdi ise birbirine caka satan iş adamları, mankenden bozma lüks tutkunu kadınlar dolanıyorlar. dev ciplerle villalar, pahalı takılar, son model cep telefonları ve sonradan görme bir yamuk elitistlik, bolca kibir ve kendini beğenmişlik model olarak sunuluyor bu topluma. onlardan olmasa da tezgahtarlık yapan kız gelirinin 3/2 sini onlardan gördüğü telefonu almaya ayırıyor, onların hayatalrının bi yerinden yakalamak için çırpınıyor. otuz yılın yozlaşmasının minik bir örneğidir televizyon dizilerinin evrimi. dediğim gibi zorlu bir sezon bekliyor insanları, kim kimi kiminle aldatacak, bu sene fiyakalı abilerimizin elinde hangi lüks mallar, altlarında hangi dev arabalar olacak, sabırsızız..


bilgisayar arkası kabloları

bilgisayar arkası kabloları çok ilginç. uzun süreler sonra hepsi bozulmaya başlıyor birbiri ardına. bilgisayaraınız benimki gibi sol dizininizin biraz yakınındaysa her dokunuşunuzda süpriz bir hata ile karşılaşabilirsiniz. tamamen tesadüfi. örneğin kasaya bir dokunurum ses kartından çıkan kablo oynar sol taraftan ses gelmez. veya ekran kartının arkasındaki kablo oynar ekranımı bi anda sadece kırmızı renkte bulurum. bazen klavye mouse çıkar yerinden ki onlar en kolayı. beni en ürperten ise en üstteki enerji kısmına giden kalın kablonun oyunudur. bazen kasaya çarpınca orası bozulur, bana kızmışçasına cazır cuzur eder. elektriğin sesidir bu, tehlikedir. diğerleri gibi değilim der, varlığını duyurur, çarparım lan seni istesem öldürürm der. bu bilgisayar arkası kablolarına bi çözüm bulmam şart oldu fakat girişemiyorum bi türlü, cazır cuzur arkalar.


maç x tv'de izlenir adamları

maçlarda pankart hazırlayıp bir yerlere mesaj verme veya tv de görünme arzusu içinde olan adamlar dikkat çekebilmek için pankartlarının altında o maçın yayınını yapan tv ye kısa bir methiyede bulunurlar. bu genellikle kemikleşmiş bir kalıp olan ''maç şov tv de izlenir'', ''maç ligtivi de izlenir veya nerde yayınlanıyorsa orda izlenirdir. bu adamlara hiç güven olmaz. iktidar yalakası, o gün hangi kanal veriyorsa ona kapılan adamlardır. yoksa geçmiş maç şu tv de izlenir diye başka kanallarda verilen maç yayınını izlemediklerini hiç sanmıyorum. eğer bir kere o yazıyı yazdım, maç x tv de izlenir dedim o yüzden başka kanallar maçı verse de izlemem diyen v arsa alnından öper, sayarım.



Simone de Beauvoir, Jean Paul Sartre ve Ernesto Che Guevara (Küba, 1960)

amca 2000 - teyze 5000

otobüslerde bir yaşlı amca veya teyze cebinden cep telefonunu çıkarıp kurcalamaya başladığında diğer amca veya teyzeler göz ucuyla izlerler. akranlarının telefon cihazını kullanışını kendileri ile kıyaslarlar. onun kullandığı nasıl birşey, acaba sorun bende mi yoksa herkes mi kullanamıyor, sıkıntı bizlerde mi telefonlarda mı, diye düşünürler. amca ve teyzelerimizin elindeki telefonlar genellikle geçmişte oğlanın, kızın veya torunların kullandıkları sonradan yeni modellerle bir köşeye bıraktıkları yadigarlardır. işte bu haksızlığa ve daha da önemlisi karışık telefonlar ile çekilen eziyete bir son vermek için amca 2000 ve teyze 5000 (teyzelere kıyak olması için onlarınki 5000 olcak) telefonlarının üretimini hayal ediyorum. bu telefonların ayırt edici özellikleri şöyledir :

1. Öncelikle tuş takımı amca ve teyzelerin yaşlı güçleri esas alınarak tasarlanacaktır. yılların verdiği fiziksel yıpranma ile dışardan yorgun gözüken amca ve teyzelerimiz konu bir düğmeye, tuşa basmaya gelince bu kısa süreli eylemlerde o noktaya inanılmaz bir güç ile bastırabilmektedirler. telefonların yes ve no tuşları bir süre sonra içeri göçmeye başlayacağı için tuşlar normalden daha sert ve yes/no tuşlarının boyutu normalin 3 katı, tamamen kırmızı ve yeşil renkte olmalıdır.

2. Kısa mesaj yazma ve okuma zorluğu telefona yerleştirilecek küçük bir dönüştürücü ile halledilecektir. Gelen mesajlar sese dönüştürülerek dinlenilebilecek, aynı şekilde mesaja cevap sistemi de söylenilen cümleleri algılayarak yazıya geçecek, böylece mesaj alma ve gönderme telefon konuşmasından farksız olacaktır.

3. Torun çaldırıyor açma koruması: bu koruma ile son kontürüyle dedesini, ananesini vb. arayan torunların numaraları ayrı bir rehber altında kayıtlı olacak ve çaldırma anında karşı taraf açmaya kalksa bile ''torun çaldırıyor açma koruması'' ile telefon açılmayacak, torunun kontörü düşmeyecektir. açma işlemi telefondan gelen otomatik bir mesajla önlenmiş olacaktır. bu uyarıdan sonra telefon arayan torunu geri arayacaktır.

işte bu üç kritik özellik ile yaşlı amcalarımız ve teyzelerimiz hem ergonomik olarak rahatlayacaklar hemde torun eskisi kendilerine yabancı cihazlardan kurtulmuş olacaklardır. üçüncü madde ise ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacaktır. her yıl çaldırma amaçlı telefonların açılması nedeniyle kontör kaybı, maddi kayıp ciddi seviyelere ulaşmaktadır.


öylesine düşünceler

güneş ışınları dünyaya sekiz dakikada gelmekte. gördüğümüz tüm o yıldızların bazıları şu anda yok! bize ulaşan milyonlarca, binlerce veya yüzlerce yıl önceki görüntüleri uzaklıklarına göre. gün gelir de ışık hızına ulaşmayı başarabilrsek daha sonra da ışık hızını da geçebiliriz belki. işte bu teknolojinin yakalandığını düşünelim. o zaman dünyanın uzaya yaydığı görüntüsünü geçebilecek cihazlarla geçmişe ulaşabiliriz belki de ? biraz zaman makinasına, zaman yolculuğuna benziyor fakat aslında ulaşılan sadece gerçeğin yansıması olacak, gerçek değil. uzayda, dünyanın anından daha hızlı gidebilen bir araçla dünyanın istediğimiz andaki, istediğimiz yıldaki görüntüsünü görebiliriz. ve ışık hızının üzerinde haraket edebilen teknoloji ile çok gelişmiş teleskoplar da üretilebilir. işte bu noktada inanılmaz bir şey mümkün olur. yaşanılanları yakalayıp, uzaydan kendi geçmişimizi gelişmiş teleskoplarla kayıt etmek. örneğin dünyanın uzaya doğru yayılan yansıması ışık hızının üzerindeki mekiklerle yakalanacak ve o noktadan sonra gidildikçe geçmiş görüntülerin daha yeni ulaştığı boşluklarda geçmiş izlenilebilinecektir. şu anda uzayda bir yerlerde dünyanın 2. savaşındaki hali, fransız ihtilali sırasındaki hatta dinazorların dönemindeki görüntüsü görülmekte. bunun üzerinde bir kontrol sağlanırsa kendi geçmişinizin yansımasını yakalayabilriz. doğru koordinatlarla ve teleskoplarla kendi mezuniyet gününüz, halı saha maçınızı veya doğduğunuz hastaneden çıkışınızı izleyebilirsiniz. hatta belki şu anda birileri gelecekte bizim saldığımız yansımaları topluyorlar.