psychedelic 80's


şehir hayvanları için

evet şehirde ve kendi hayatlarında bi sürü bokluk varken şehir hayvanların durumunu ''kentlilerin'' çoğu düşünmüyor. oysa zamanımızın çok azını alacak bi kaç uygulama ve bunları alışkanlığa dönüştürme ile hem kentte kalmış hayvanlar iyi olacak hemde küçük bi hayvanın mutluluğundan pay edinebileceğiz. işte alışkanlık edinilmesi gereken şeyler:

1. su herşeyin başı. nasıl olsa onlar bir şekilde bulurlar diye düşünmemeli, özellikle yaz ayları ve geri kalan aylar küçük bir plastik kaba su doldurup dışarı örneğin bakkala giderken köşeye kondurmalı. o kabı hep aynı yere koymalı ki komşu hayvanlar orayı bellesin, su içsinler.

2. pet shoplar açık kedi maması satıyorlar. 3 liraya filan bir paket dolusu mama alınabilir. mamaları küçük bir kavanoza koyup onu da çantamızın küçük gözüne atarsak yanımızda her an mama olur. kedi köpek görmeye gerek yok eve dönmeden bir araya hepsini boca etsek bir köşeye gece boyunca onlar kıtır kıtır yiyip doyacaklar, 1. madde es geçilmediyse yemek üstüne sularını içip en az bizim gece yatarken doyduğumuz gibi doyacaklar.

3. yine evden çıkmadan çantamızdaki kavanozun yanına bir ufak poşete evde artan kuru ekmekleri koysak en fazla 50 saniye kaybederiz. böylece güvercinler, serçeler, kargalar, karıncalar oraya buraya attığımız kırıntıları yerler. üstelik kuşları beslemek çok zevkli.

4. bu maddedeki olayımız ise sadece adım attığımız yere dikkatten oluşuyor. her yağmur yağdığında büyük bir ihtimalle adımlarınızın yakınında salyangozlar dolaşıyordur. onlara mama değil ama ''gölge etme başka ihsan istemez'' formulüyle yaklaşıp basmamaya özen göstermek lazım.

bu maddeleri alışkanlık haline getirmek bir süre sonra insanı daha mutlu biri yapıyor, denemeyen varsa öneririm sonra benim çiftliğimi hayvanlar ele geçirdi diye ağlarsınız mr.jones gibi.

kazıklanma serüvenlerim no2: pro action football


bu kutuyu hayatımın sonuna kadar unutamayacağım. 1996'da raflardaki yerini aldığında ona sahip olmak, onu oynamak için karşılığında bir parmağımı feda edebilirdim. herşeyden çok istiyordum o oyunu oynamayı. reklamı favori televizyon programım olmuştu, reklamda pro action sahası açılmış, fubolcular yerlerini almış, tribünler tıka basa dolu ve iki çocuk büyük bir keyifle maç yapıyorlar, çok çok fazla eğleniyorlardı. ama biraz pahalıydı pro action football, olsun ben kıçımı yırtıp aldırmıştım bir tane. eve geldiğimde bende reklamındaki gibi sahamı kuracaktım, reklamlardaki o çocuklar gibi eğlenecektim. kendime ait küçük bir stadyumum olacaktı. kuzenlerim hazırlardı, herkes yerini almış kendi stadyumumun açılışını bekliyordu, sabaha kadar oynayacaktık. kutuyu açınca reklamlardaki atmosferi yakalayamayacağımı anladım. saha diye verdikleri yeşil çuha hiç bir zaman gergin bir şekidle durmadı. futbolcuların mıknatıslı sistemleri hiç kullanışlı değildi, kafamızdakileri oyuna dökemiyorduk. bi süre sonra olan oldu bi futbolcu dizinden kırıldı. (aşağıda fotoğraflı analizi var bir pro action football topçusunun) yaptıkları futbolcu figürleri o kadar kalitesizdi ki bikaç saate takımda adam bırakmadık. ben oyundan çok fazla zaviyat verilmeden maçların tamamlanmasını ister olmuştum. keyif filan kalmamıştı, aman yavaşça bastırın, abanmayın dedikçe kala kala 2 sağlam adam kalmıştı. onların da kırılacağını bildiğimden bir dönem onları oyuna sokmamış, arkadaşlarıma da ''kenarda ısınan oyuncular olm o gerçeklik katıyor sahaya'' diye yalan söylemiştim. artık topa vurmak için sadece mıknatıslı yuvarlak alt kısmı kullanıyorduk. derken normal futbol kurallarından çıkmaya başlayıp kendi oyunumuzu yarattık.

ayrıca topu da çok kıymetliydi . adamların mekanizmaları mıknatıslı olduğu için top da bi şekilde özel ve mıknatıslıydı. top kaybolursa koskoca oyunu kaldır at yani! misketle filan ikamesi yoktu o topların. bu yüzden beni küçük yaşımda streslere komuş, ilkel bir kabilenin büyülü taşlarına baktığı gibi bakmıştım o mıknatıslı toplara. hala benimleler yıllardır, ölene kadar da muhafaza edicem sanırım.

pro action football 13-14 yıl önce bir anda patlamış fakat ben dahil herkesi kazıklamıştır. biliyorum hepimiz o reklam yüzünden yandık. bir nesil pro action soccer mağdurudur bu ülkede.


çok istedim fakat fotoğraftaki gibi böylesine bir mutluluk yaşayamadım pro actionda.

kült fantastik silahlar

klasik kült bilimkurgu ve fantastik filmler-afişlerdeki silah tasarımları her zaman ilgimi çekmiştir. önemli olan silahın işlevi değil albenisidir çünkü. birkaç silahı paylaşmak isterim:


1. GALAXY INVADER (1985)




afişteki uzay tabancası mavi dostumuz için küçük olsa da üstündeki şekerleme tadındaki butonlarıyla kendi tarzını yaratıyor.


2. THEY CAME FROM BEYOND SPACE (1967)


ellerindeki silahlar ve tarzlarıyla on numara bu biraderler.


3. COSMOS: WAR OF THE PLANETS (1977)


italyan yapımı ışın silahı ve astronot kıyafetleri oldukça etkileyici.


4. HANDS OF STEEL (1986)

işte çelik bilekli adam! yine bir italyan yapımı olan filmde kahramanımızın kolu şahane gördüğünüz gibi. hani bileği bükülmez derler ya.

5. ATTACK FROM SPACE (1964)

japon yapımı filmdeki bu silah aslında fazla fütüristik değil, fakat karenin bütünlüğüne bakınca arkadaki göstergeler ve düğmeler hoşluk sağlıyor.


domuz gribi

domuz giribi geliyor, domuz gribi patlayacak, aşılar filan derken bazen 28 gün sonradaki gibi tek başıma bir hastanede uyanacağımdan korkar oldum. ama işin aslı öyle değil. bizim bağışıklığımız var. kırmızı iett otobüslerinde 5 yılı aşkın süredir yolculuk yapanlara bırakın domuz gribi, nükleeer saldırılar filan işlemez. 5+ da kırmızılar, mavilerde ise 8+ yılı uygun görüyorum bağışıklık için. biz otobüslerde demirin fazla tutulmaktan çürüdüğünü yok olduğunu gördük oraları tuttuk, oturmaktan yumuşaklığı kaybolmuş, nasırlaşmış koltuklara oturduk, binlerce milyonlarca kez incek var butonun bastık hep beraber. bu süre içince hastası, yaşlısı, basurlusu, osuruklusu hep beraber bir şeyler paylaştık. kendimizce bir kalkan bir bağışıklık oluşturduk. domuz giribinin biz otobüs yolcularını etkileyeceğini düşünmüyorum, dolmuş da bi nebze. bunu taksiciler, özel arabası olanlar düşünsün.

Türkiye (1980 - )


diyır füüçırmi

http://www.futureme.org/ diye parlak bir site var, burda kendinize gelecekte gönderilmek üzere mail atabiliyorsunuz. bir nevi doğmamış çocuğa mektup. bugün kendime 2007 yılından yolladığım mail geldi. böyle bir şey yaptığım aklımdan çıktığı için sevindim, açtım mailimi ne yazmışım o an diye. ''naber lan götlek, sçarım aazına'' yazmışım kendime iki yıl önceden. sinirlendim tabi ''sensin lan götlek insan şuraya iki güzel şey yazar can dündar tadında, sonra beraber okuruz o dönemden bi eski duygu yakalarız'' diye kendimi paylayıp bunu da 2 yıl sonrasına gönderdim 2011de kendime kızdığım mail gelecek, yavaş yavaş arayı ısıtıp 2013-2015 gibi kendimle barışık biri olmayı planlıyorum bu mailleşmelerle.


kot olmak

80'li yıllarda patlamış, 90larda olgunluk dönemine girmiş bir furyaydı kot ve kot olmak. evet baştan aşağı, tepeden tırnağa kot olanlar vardı. ortaokulda bir arkadaşım bu işi çok ciddiye almış, gözü kottan başka birşey görmez olmuştu. kot pantolon ve kot gömlek hatta kot yelek birbirinden ayrılarak giyilebilirdi. fakat arkadaşım kot pantolon, kot gömlek, kot yelek, kot şapka, kot ayakkabı ve kot çantasını beraber giyer, uzaktan baştan aşağı kot olarak görünürdü. öyle ki süper kahraman olsa ona kot kadın diyebilirdik bu haliyle. bir defasında para çıkarmak için elini attığı kot çantasından çıkardığı kot cüzdanını görünce arkadaşımın eline bir fırsat verilseydi bu dünyaya kot olarak gelmek isteyeceğini düşünmüştüm. hep kotlarla olmak dahası kot olmak onu daha mutlu edecekti. bu kadar çok kot diyince kot tuhaf gelmeye başladı. artık bu yazı bitsin ve kotu o dönem yaşayanlardan biri anlatsın, çak norris anlatsın:



doberman abi

ortaokulda en yakın arkadaşın iki sokak yukardaki bahçesine top oynamaya giderdim. aslında arka otopark alanıydı ama biz her zaman bahçe diye adlandırmıştık beton sahamızı. bu saha araba yoğunluğuna göre bazen büyür koca bir saha olur japon kaleye izin verir bazen küçülür 9 aylık, alman kale oynanacak boyutlara inerdi. sorun değildi, mutluyduk. mutluluğumuzu bozan tek şey o apartmanda oturan dev bir abi ve daha önemlisi onun baktığı doberman abiydi. maçların bir anı hiç beklenmedik bir şekilde o abi ve dobermanı kapıda belirir bizler ise ejderha görmüş küçük hobbitler gibi dört bir yana dağılırdık. dobermanda zaten doberman ve ejderha kırmasıydı. soluğunun harı bize kadar gelir ısıtır, sesi ile ortalığı inletirdi. boyutları bir çoğumuzun o anki halinden büyüktü. ve ne şanssızlıktır ki arkadaşmın oturduğu eve en yakın arkadaşı olarak su içmeye, futbolcu kartı takası veya vidyo oyunu oynamak için çıkardım. arkadaşımı tek ziyaretlerim kabusa dönüşmüştü, evi 8. kattaydı ve doberman abi 6. katta oturuyordu. aşağıda asansörü beklerken ışığın 5 -4 -3 diye azalıp asansörün bana yaklaşıtığını görünce acaba doberman abi mi çıkacak içinden diye telaşlanır, soğuk terler dökerdim. biliyordum o gün gelecekti, arkadaşım yine beni davet edecek, ben o asansörü beklerken doberman abinin bana saldırırsa nereye doğru kaçmam gerektiğinin planlarını yapacaktım. o zamanlar arkadaşıma bunu açtığımda korkma bişey yapmaz diye geçiştiriyordu beni. belki korkmayana bişey yapmazdı doberman abi biraz merhameti vardı fakat emindim ki bana o kadar yakın olduğu zaman korkudan elim ayağım birbirine dolaşacak, aramızda hiç bir sorun olmamasına rağmen tuhaf davranışlarımla doberman abiye kendimi ısırtacaktım, bunun kaçarı yoktu. o günün geleceğini biliyordum ve geldi de. asansör geri saymaya başladı: 4, 3, 2, 1e geldiğinde doberman abinin yaydığı yoğun enerjiyi hissettim, anlamıştım artık yüzleşecektik ve beni ısıracaktı. asansör 1 deyken belki kaçma şansım vardı ama bacaklarım kitlenmişti, haraket edemiyordum! soğuk terler kıçımdan aşağı doğru yol alırken kapı açıldı ve doberman abi karşımdaydı. ben ise donup kalmış, başka şeyler düşünmeye çalışıyordum. bacaklarımı kokladı, burdu dizime değdi. eğer o noktadan ısırırsa hayatım boyucna sakat olarak yaşayacağımı düşündüm, tekerlekli sandalyeler geçti gözümün önünden. fakat doberman abinin beni ısırmaktan daha önemli işleri vardı galiba. üç beş saniyeden sorna sahibiyle beraber gitti. ben ise belki o gün şanslı günümdeydim, doberman abinin bir gün mutlaka beni ısıracağını biliyorum, asansör aşağı her inişte içinden o çıkacakmış gibi geliyor 4,3,2,1


orta dünya manifestosu

orta dünya da bir hayalet dolaşıyor. aslında hayaletinden tut goblinine, trollüne, orkuna ve hobbitine türlü türlü mahlukat dolaşıyor. sen bu kadar çeşit canlı yaratıyorsun sonra onları aynı ortama salıp işlerin kötü olmayacağını mı umuyorsun? bir tarafta mağrur kasıntı ve güzel elfler diğer tarafta hayatın tekmesini yemiş goblinler. sonra orta dünyada barıştan huzurdan bahset. bunları bir araya koyarsan zaten savaş kaçınılmaz. dünyaların en güzeli olsun, en adaletlisi en huzurlusu olsun oraya goblin ve ork bırak bütün işler karışır. ah be arkadaş neden güzelim elfler boylu poslu, yeşil ormanlarına güzel müziklerini çalarken birbirlerini süzerken, güzel şarkılar söyler barış içinde takılırken sen oraya goblin koyarsın. bu adamn sıkıntılı, dağda bayırda kuytu köşede karanlıkta kalmış. itilmiş, ezilmiş. tüm negatifi toplamış bünyesinde, gözü bişey görmüyor. bu adamlardan pislik çıkmıcak kimden çıkacak? elfii cücesi, insanii hobbiti hep bir yerlerinde doğruluk asalet taşırken gelipte bunu orka gobline çok görmek ayıptır, ayrımcılıktır. afedersin o goblin gelir senin orta dünyanın orta yerine sıçar ve haklıdır da.


Sputnik 1


Dünyanın ilk yapay uydusu sputnik 1, 4 ekim 1957 günü yani tam 52 yıl önce sovyetler birliği tarafından uzaya gönderildi. yani bugün bu önemli olayın yıldönümü. bu arada yukardaki fotoğrafta bana biraz starwars taki death star ı anımsattı şekliyle. sputnik ile ilgili bir kaç ilginç şey paylaşmak isterim:

- uydunun ağırlığı 40 kg, yörünge yüksekliği 250km.
- sputnik yoldaş anlamına geliyor.
- sputnik 1'e karşılık abd hemen uzaya bir uydu göndermeyi denedi. Ancak yaptığı ilk denemeler başarısızlıkla sonuçlandı. amd uzaya ancak 1958'de bir uydu gönderebildi.
- sputnik 1, abd nin "basit uydusu" vanguard'dan çok daha ağırdı. aylar sonra vanguard uydusu yörüngeye girdiğinde, kruşçev, onunla "greyfurt" diye alay etti.
- sputnik 1, fırlatmadan 92 gün sonra, 4 Ocak 1958'de atmosfere girerek yandı. sputnik 1, yörüngede 1.400 tur atmış, 70 milyon km yol kat etmiş.

sputnik 1 ile uzay yarışı başlamış oldu.

kazıklanma serüvenlerim no1: 6 lengüiç transletır

bilinçsiz bir tüketiciyim. kazıklanmaya çok müsaitim. esnaf dediğimiz ırk tarafından uzun yıllar güzel sözlere kanmış, gaza getirilmiş ve kandırılmışımdır. 6 yıl önce ingilizce kursuna giderken kendimi şımartmış ve hesap makinası görünümündeki elektronik sözlüklerden almıştım. bir gazetenin reklamlarıyla büyülenmiş kupon biriktire biriktire edinmiştim o cihazı. kuponlar bitipde 6 lengüiç trasnletırımı elime alınca çok mutlu olmuş ona hemen yeni alınana cihaza uygulanan şeyleri uygulamıştım. tüm fonksiyonlarını karıştırmış, ingilizce kelimeleri a'dan z'ye kadar sırayla bakıp böylece ezberleme planları kurmuştum. ne de olsa elimde ekranı filan olan bişeydi bu, bu pratiklik ile önce ingilizceyi bitirecek sonra geri kalan 5 dile bile girişecektim. çok değil cihazı karıştırdıktan az bir süre sonra elimdeki cihazın benim kadar ingilizce bilmediğini anladım. zor ve az bilinen kelimelerden eser yoktu. onların yerine hepimizin bildiği standart kelimeler vardı. ortaokulda olsam ingilizce derslerime çok faydası olacağı kesindi fakat ben artık ingilizceyi çok daha ciddi düşünüyordum o yıllar. ve o an geldi, kazıklandığımı anladım. o tanıdık moral bozukluğu ve üzüntü. duyguların en pisidir kandırılmışlık duygusu. bu cihazın adı loop, model numarası YL-947. bir de isme bakın hele sanki star warsa droid üretiyorsunuz.


internet yasakları ve sokaktaki porno cd satıcısı

internet sitelerine birer birer yasaklamalar getiriliyor, ulaşımları engelleniyor. youtube, myspace, last.fm ve hatta farmville! yüzlerce porno siteyi bunların arasına katmıyorum bile. telekominikeyşın bakanlığı bu konuda son sürat ilerlerken internette değil tam da kadıköytde sokakta pornonun yıkılmaz bir kalesi var. kendimi bildim bileli çarşının üst kısımalrında karton kutusunun içinde çeşit çeşit porno cd ler satan adamdır işte o kale. porno bayrağını tüm bu yasaklamalara rağmen mağrur bir şekilde dalgalandırır o abi. yazın kavurucu sıcağı, kışın geçit vermez yokuşları aşar, dondurucu soğuklara karşı istifini bozmaz halkına hizmet götürür. belki bir gün hrşey engellenecek, dns ayarları bi şekilde geçit vermicek. işte o zaman karton kutusuna istiflediği cdleri ile bizi bekliyor olacak.