ahbap

yabancı filmlerin türkçe altyazılarında dude'ü ahbap olarak çevirirlerdi hep. fakat son dönemde ahbap yerine kanka'yı tercih eden çeviriler artmaya başladı. ahbap halk arasında pek tercih edilmeyen ama güzel ve ahenk bir kelime bence. sanki üstad gibi o da öyle. ahbap yerine kanka'nın kullanılması aynen 50'li 60'lı yıllardaki güzelliğin, sadeliğin ve güvenin 2binlerde yerini çirkinliğe, abartıya ve güvensizliğe bırakması gibi. ''ahbap'' ne kadar içten ve güvenilirse ''kanka'' bir o kadar yüzümüze gülüp arkadan bıçaklıyor.

martin mystere ve uğur dündar


uğur ve martin ağabeylerin birbirlerine benzerlikleri şaşırtıcı derecede. ikisi de abimizdir, başımızın tacıdır. hem tipleri hem tarzları benzer. ikisi de macerayı sever bir kere. martin abinin dünyada gezmediği yer aydınlatmadığı gizem kalmamıştır. uğur abi ise kaçırılan gemilerden türlü özel haberlere kadar kendisinin de ne kadar macerasever olduğunu göstermiştir, gizemleri çözmesini bilmiştir. uğur abinin bir javası eksiktir yanında. yarın bir gün bir neandertal bulunursa uğur abiye kıyak olsun diye ona verilmelidir bu neandertal.

ülkem var!


nisan ayında pitcairn adalarından bahsetmiştim, nüfusu 46 olan ingiltereye bağlı ülke. bence pitcairn adalarının en yakın dostu ve müttefiki sealand olmalı. sealand'den bahsetmek gerekirse 1967'de ingiliz ordusundan eski binbaşı roy bates bir gün sinirli bir şekilde eve gelip hanımına ''topla pılı pırtıyı, çocukları kendi ülkemizi kurcaz'' diyor. bunun üzerine yükte hafif pahada ağır şeylerini alarak britanyadan 10km açıkta denizin üzerine kurulmuş bir platformda kendi ülkesini kuruyor roy abi. kendini prens ilan ettikten sonra 1974'de kendi anayasasını, bayrağını, milli marşını, kraliyet simgesini ve parasını oluşturuyor. çok takdir ediyorum devletlümü, haşmetmeabımı. sen git yüzyıllardır maddi manevi sömürgecilik yapan ingilizlerin dibinde ülkeni kur, sonrada taşak geçer gibi prens ol. ha birde bir amerikan dolarını bir sealand dolarına eşitleyerek amerikaya da ayar ver. 




benim aklıma waterworld filmini getiriyor ülkenin görüntüsü.
ayrıca sadece £29.99a bu ülke tarafından lord, leydi, baron filan olabiliyorsunuz.
2007'de ise 10 milyon sterline satılığa çıkarıldı.
http://www.sealandgov.org/



nikos kazancakis'in mezarı girit'in en yüksek tepesinde. ve üstünde şunlar yazıyor:

hiç bir şey ummuyorum, 
hiç bir şeyden korkmuyorum,
özgürüm.

albayım




eğer uzaylılar dünyayı gözlemliyorlarsa nevada çölüne yapılan devasa kfc logosundaki tonton amcamız, albayımız harland sandersi dünyanın en taşaklı adamı olarak tanıyacaklar. adam köy alanı kadar yere gülen suratını yapıştırıyor çünkü. biz bi dikili ağacımız yok deriz albay uzaya reklam yapıyor.
albay harland için son sözler pir sultan abdal'dan gelsin:

hü dedem çağırdım gerçek erlere
pirim var n'eyleyim dünya malını
çünkü varacağım kara yerlerdir
ölüm var n'eyleyim dünya malını

koşmak

yolda yürürken koşan çocuğu gördüm bugün. 6-7 yaşlık dönemde bir yerlere koşarak gidilir. neden koşuyoruz o yaşlarda bilemiyorum hiç. bende o yaşları koşarak geçirdim. 200 metre ötede oturan ananeme yürümez koşardım hiç durmadan. her seferinde annem arkamdan ''koşmadan git'', ananemde karşılarken ''neden koştun ter içindesin'' derdi aldırmazdım. bakkala markete hep koştum, bizden sonraki nesillerde koşuyor hala anlayamıyorum. biz büyüynce koşmayı unuttuk, en son ne zaman koştum hatırlamıyorum. ilk markete gidişimde koşucam ama eski güzel günlerdeki gibi.

insert coin to continue



yeni keşfettiğim değişik bi grup tanıtmak isterim. nasıl ki futbolcular kariyerlerine başladıkları ilk kulüplerini unutmazlarsa, gönülleri oradaysa bizim de atari çocuğu olarak gönlümüz atari salonlarındadır. neden böyle bişey dedim çünkü tavsiye edeceğim grup eski oyunların theme lerinden kavırlar yapıp bize sunuyor. isimleri de pek çekici: 'insert coin to continue'. her atari salonu severin, her emulator severin beynine kazınmış cümle. myspace sayfalarında castlevania'dan super mario'dan warcraft 2'den filan kavırlar var.


http://www.myspace.com/insertcointocontinue

otobüsün açılmaz camı altında oturmak

otobüsün açılmayan o camı altında oturmak gerçekten şanssızlıktır. otobüste, minibüste bazı seçilmiş camlar vardır ve onlar asla açılmazlar. itersin kakarsın, damarların çıkana kadar zorlasan da açılmaz onlar. bostancı-kadıköy otobüsündeydim. içersi çok kalabalık, temiz hava tükenmiş. dışarısı kış olduğu için biz kalınınz ama otobüs içi kapalı camlardan sıcacık. o kazaklarımızla terlemeden durmamız imkansız. camlar açılmalı. ama çoğu kapalı. bana yakın olan için bir amcadan rica ettim açalım diye. nerden bilirdim açılmaz cam olduğunu. otobüsün ilginç bir olayı var. içerde sessizlik olduğundan biri ağzını açarsa güruh olarak onu dinliyoruz. o an yolculuğun rutininden kurtulmak için yanımızın konuşmasına kulak misafirliği etmek daha ötesi tanışmayan insanların birbirine ricası veya tartışması otobüs için az rastlanır bi şans, güzellik. bende rica ettim amcaya camı açsak, havasız oldu diye. o anda tüm gözler 60larındaki çelimsiz amcaya döndü. camı açmak için şekilden şekile girdi, tüm enerjisini ortaya koydu. fakat açamadı. otobüste herkes onun camı açma çabasını ilzerken, bende onu böylesine bir ateşe attığım için daha gergin şekilde camın açılmasını diliyordum. belki 30 saniye kadar çabaladı, hırslandı açamadı. bana da ''açılmıyor'' dedi. çabaları için bende ''teşekkürler'' dedim.


eve servis

reklam vermenin türlü yolları var. en bilinmeden verileni ise evinize dönerken yolda bir başkasının verdiği yemek siparişini ileten fast foodçunun bina önüne park edilmiş motorunu görmek. ben kaçıyorum onlar geliyor yahu. bizim sokak ne hastaymış fest fuda, abura cubura. her eve dönüşte mekdanıldsı dominosu bir bina önünde hep o an servis eden elemanın motorsikleti duruyor, içinden kokular geliyor. o arkadaki bölmeyi açıp yiyip yiyip kaçıcam motorlardan nefsim için. göz hakkıdır.


zamfir


gitarı konuştururlar, davul filan çalarken kendinden geçerler. ama bakınız abime. nasıl kaptırmış kendini, pan flüt konuşturuyor o da. (gheorge zamfir)

takım elbise ve beyaz spor ayakkabılı amca kulübü

bugün yine gördüm onlardan. üstlerinde temiz bir takım elbise altlarında ise spor ayakkabı vardı. genelde beyaz spor ayakkabı kullanıyor bu yaşlı amcalar. zaten yaşlı amcaların kullandığı spor ayakkabılar başlı başına ilgi odağı. hep farklı olmuştur onlar, daha mı büyük, daha mı değişik renklerdeler bilemiyorum. yalnızca daha farklılar. ama biliyorum ki eskiden o takım elbisenin altında o spor ayakkabı yoktu. yaşlılıkla birlikte ayaklar bacaklar yorulmasın diye son on - on beş yıldır konuklar takım elbisenin altına. bu amcaları görmek isterseniz ziraat bankasının bankamatik kuyruklarına veya halk ekmek satış noktalarına gitmelisiniz. ve kesin olan şu ki takım elbiseli ve altında spor ayakkabılı yaşlı amcamız o haliyle çok tatlıdır, candır. pıtı pıtı yürür gider.


filmlerdeki küçük çocuk olgunluğu

dün vasat bir film izledim. genelde bilimkurgu filmlerinde özellikle dünyanın sonu veya felaketlerde yaşı 8-9 olan küçük veletlere bişeyler oluyor. tüm yetişkinler kontrolü kaybederken bu 8-9 yaşındaki çocuğumuz gayet sakin ve yaşından hiç beklenmeyecek derecede mantıklı cevaplar, kararlar verir. babası orda dünyayı kurtarmak için göt atarken çocuk ona laf sokar, alınır, triplerden tirplere koşar. bozar yani koskoca adamları kadınları. ulan eşşoğlu dünyanın sonu diyoruz sırası mı şimdi babaya anneye siz beni sevmiyosunuz, dünyanın en mutsuz çocuğu benim tripleri. yeri gelir kaçar gider o hengamede adam bide çocukla uğraşır. holivuudçularda bayılıyorlar böyle tribal ve bilmiş çocuk koymaya senaryoya. filmi bırakıp o küçük piçlere hiddetleniyorum. bazı durumlarda 15lik ergenlerde hep arıza oluyorlar fakat yine onu ergen sinirine veriyorum. 8-9 luk çocukların durumu saçmalık ama. bu tür küçük piçlerin olduğu filmler ise: The Day the Earth Stood Still (2008), Knowing (2009), War of the Worlds (2005) daha sürdürebilirz ilk anda aklıma gelenler bunlar. ordaki çocukların hepsini bir araya koyup dövmek istiyoruz.


baban koskoca nikolas keyç, hala kollarını kavuşturmuş adamın sinirini bozuyorsun. adam dünyanın kaderiyle mi uğraşacak seni mi eylicek. çok prim veriyolar bu küçük piçlere.