güzel bir cuma akşamı nasıl harcanır biliyor musunuz? önce şok ucuzluk marketlerinden bir litrelik ''promosyon şarap'' alınır. üzerine şu an sinemalarda dönen ''legion'' izlenir. promosyon şaraptan bir beklentim yoktu zaten o denedi ben denedim anlaşamadık ama en azından içi dışı bir idi. üzerinde yazan fiyattan fazlasını vaad etmiyordu. oysa legion filmi? (sonra yazılanlar legion filmi hakkında bilgi vermekten öte izlemeyenleri uyarmak amaçlı, izlemediyseniz okumayın demicem bilakis okuyun da izlemeyin) trailer'ine vuruldum önce. aradım araştırdım torrent sitelerinde, istedim ki o melekler savaşının en ince ayrıntıları önüme serilsin. hatta film sonu gaza getirsin beni birazcık melekçilik oynayayım arkadaşlarımla. ama sonuç hüsran oldu. meleğin kanat kesip insanların yanında yer alması mı dersin, hamile hatunun doğuracağı çocuğun insanlığın son umudu olması mı dersin, yumruk yumruğa melek kavgası mı istersin yoksa kahramanların üstüne güneş doğduğu süper mutlu son mu dilersin hepsi bu filmde var. aynısını yazarız böyle bi filmin çok ciddiyim. filmlerde gerçeklik beklentimi bir yana koyup o kafaya girerim, filmin verdiği dünyaya dalıp kendi gerçeklerimi bir yana koyarım fakat bu filmde hükmü veren bir tanrı var yahu. olabilecek en güçlüsü yani, bu kadar uğraşa değmez bir çocuğu ele geçrimek için. tanrı o an bana şu satırları girse -godmode, -noclip ayrıca sınırsız cephane verse ben hemen oracıkta işi çözerdim. melekleri gönderince hepsi ego yaptı, tanrı da geri adım attı filan işler bi karıştı yani. hem herşey olurken o an biz napıyoduk istanbulda, ntv den gelişmeleri mi alıyorduk yahu yine bir holivud filmi bizi
emre aydın internette en çok desteklenen adamlardan biri, en başta geleni belki de. onlarca fan sitesi, yüzbinlerce genç kız fanıyla çok güçlü bir hareket haline geldi. yani emre aydın dipten dibe bir mayhem projesine girişse başarılı olur, bir ışık yaksa peşinden yüzbinlerce fanıyla fetihlere, seferlere çıkar imparatorluğunu kurar komutanları ''siyah_kelebeq'' ve ''osge-rock19'' ile. tehlikenin farkında mısınız?
bir arkadaşımın eski kızarkadaşını görüşmesii, tekrar ona dönmek istemesi ve saçmalamasından sonra reddedilmesi üzerine ben stiller ve adam sandler ikilisini karşıma aldım. ben ve adam yıllar yılı ilişkilerini ellerine yüzlerine bulaştırmışlar bazen küçük yangınlar çıkarmışlar, kızarkadaşlarının kedilerini kaybetmişler, kusmuş, sıçmış, sıvamışlar ama en sonunda yine şapşallıklarıyla onlara kendilerini kabul ettirmişlerdir ya hep. ağızlarına sıçayım ben onların. ben bugüne kadar öyle bişeye şahit olmadım. onlar yapınca sakar romantik, sevimli sevgili biz yapınca salaklık, angutluk, geri dönülmez bir hata. boyunuz devrilsin ibneler, imkanım olsa atlıcam uçağa o arkadaşımı da yanıma alıp, amerikada izlerini bulacaz, gece yarısı kapılarında belirip süpriz bi saldırıda buluncaz. ama orda da biz yeriz dayağı, hep onlar haklı hep onlar sevimli.
Hanna-Barbera, küçüklüğümüzde izlediğimiz neredeyse tüm çizgi filmlerin yapımcısı. çakmaktaşlar, ayı yogi, jetgiller, atom karınca, scooby-do, tom ve jerry, laff-a-lympics hepsi birer hanna-barbera prodüksiyonu. uzun bir dönem pastanın yarısını warner bros. yemişse diğer yarısını da bu abiler yemiştir. peki kimdir hanna-barberalar?
william hanna joseph barbera
aslında onlara vefa borcumuz var. william ve joseph abiler hiç düşünmesek de bugün sahip olduğumuz hayalgücümüzün mimarları. televizyonun saflığını kaybetmeden önceki son dönemlerinde onların çizgi filmleriyle iyi-kötüyü, hile yapanın, yalan söyleyenin işin sonunda herzaman haksız çıkacağını (laff-a-lympics bunun üzerine kuruluydu) öğrendik. yaptıkları işin güzelliğinden olsa gerek william abi 90 joseph abi 95 yıl yaşamıştır.
etrafta bu kadar şansı yaver giden insan varsa bir o kadar da şansız insan olması gerekiyor doğal denge açısından. örneğin bu civarın şanslı insanlarının dengelerini ben sağlıyorum şanssızlığım ile. onların işleri yaver gitsin diye tüm kötülükleri emiyorum, kendi şanssızlığımı yaratıyorum. bırakın şanslı olmayı notr kalıp şansızlığa düşmesem bir sıkıntım olmayacaktı. herşey lise sonda en sevmediğim yer olan tahtada sözlü ile başladı. tüm sınıfın dikkati başka yerdeyken usulca sorunun cevabını tahtaya çiziktirip yerime geçecek, sıramı savacaktım. topluluk önünde fazla durmaktan rahatsız olur, küçülürdüm. tam da işimi bitirmekteydim ki sınıfın kapısı açılıp içeri müdür girdi. sınıfın havası hemen değişti, ayağa kalkıp oturma sesinden sonra benim tahtada olduğum herkes tarafından o an farkedildi. gelen adam yıllık hakkında konuşma yaparken ben de koca cüssesinin arkasında kalmış önden çok itici duran kafasının arkasındaki ensesini izlemeye başlamıştım. saç bitiminin altından başlayan kıl köklerine dalmış, ne kadar büyük olduklarını düşünüyordum ki lafını bitirip sağına döndü, ''iyi dersler hoca hanım'' dedi. sınıftan çıkmak üzere biraz daha hareketlendi ki gözü bana takıldı. anlık bakışı hiç hoşuma gitmemişti. ''onlar ne öyle?'' dedi. ne sorduğunu anlayamamıştım. saçım kısa, favorim yoktu. ceketim kravatım herşeyim yerinde okul armam gurula göğsümdeydi. tonlaması sertti. kısa bir süre kendimde kusur aradım fakat bulamadım. ben sessiz kaldıktan sonra ''o ayakkabılar ne git değiştir öyle gel'' dedi. bizim okulda spor ayakkabı yasaktı. okula yürüyerek geldiğim için bu yasağı reddetmiş yine bildiğimi okumuştum. sınıfın önünde azarlanıp rencide oluyordum. içimi sıcak bastı, özür dilemeyi düşündüm ayakkabım adına ama bişey diyemedim. çantamı bile almadan beni omuzumdan döndürdü, önüne kattı ve çıkışa kadar arkamdan geldi. arada bana terbiyesiz, utanmaz diyordu. sanırım zor bir gün geçiren bu adam biraz rahatlamak için yapıyordu bunları. benim yıllardır süren şanssızlığımın ilk bu olay ile başladığını düşünüyorum. ardından neler başıma gelmedi ki en ufağından en büyüğüne kadar bir sürü şanssızlık yaşadım. doğa bile bana karşı acımasız olmuş benim oturduğum yerleri gizli nem, çamur ile kaplamıştı her seferinde. otobüste hep güneş gelen tarafa oturmuş, ödev dağılımlarında hep en kazık konuya düşmüştüm. murphy yasaları dediler, kötü düşünce kötüyü çeker dediler bunun üstüne çabaladım yine olmadı. torbadaki biralardan tek fışlayan benimkiydi, son çekirdeğim acı çıktı ağzımı yaktı. tatile gittim kumda futbol var dediler çok eğlenceli dediler. çıplak ayağımı kumda gizlenen hain bir kiremit kesti. denize girdim denizanası yüzümü emdi. herkes güneşlenirken ben dikişli ayak ve yüz ağrısı çektim. geçen yıl az daha askere gidiyordum okul sınıftan yalnızca benim askerlik işlemlerimi atlamış. şimdi düşünüyorum da bu ve daha sayamadığım daha birçok şanssızlığımın o günkü sözlü ve müdür ile bir alakası mı var acaba. araştırdım ki müdür o okuldan gitmiş. bu adamın civar civar dolaşıp gözüne kestirdiklerini lanetleyen bir tür erkek cadı, büyücü olduğundan başka elle tutulur bir ihtimalim kalmadı. beni ense kıl kökleri ile hipnotize ederek zihnimi boşalttı ve omuzuma dokunarak lanetledi. şimdi hayatımı köşe bucak o müdürü arayarak ve genç arkadaşlarımı tahtada sözlüye kalktıklarında içeri müdür girip konuşma yaparsa kesinlikle ense kıl köklerine bakmamaları hususunda uyarıyorum.