mekansal yabancılaşma

doğup büyüdüğümüz çevre, sokaklar, bilindik yapılar, köşeler, tüm dış dünya aslında bizim hatıramız. ortaokulda arkadaşınızla buluştuğunuz köşe, sevgilinizle kavga ettiğiniz sokak, mahalle arkadaşlarınızla maç yaptığınız, oyun oynadığınız yerler. ama tüm bu şeyler yıkılıp yerine yeni yapılar yapılıyor, hem de çok hızlı. benim sokağımda bu olay iki yıl önce başladı. bizim sokaktaki tüm binalar eski ve az katlı, geniş şekillidir. önce iki apartman yanımızdaki eski bina yıkıldı, yerine sokakla hiç uyum sağlamayan çok yüksek ve bir o kadar süslü ama çirkin 'modern' bişey ortaya çıktı. sokağın başından bakılınca yakalanan o ahenk gitti. ardından civardaki eski bakkallar değişti, binalar yıkılıp yerlerini süpermarket ve kocaman lüks binalara bıraktılar. iki yıldır gelen yapılarla çocukluğumun hatıralarının mekanları yok oluyor, ben ve burda beraber büyüdüğümüz çoğu insanın. yaşadığımız yere yabancılaşıyoruz. hiç bir yer kendi tarzı ile kalamıyor, dönüştürülüyor. ama çirkine dönüştürülüyor. eski binalar arkadaşlarını, eski bakkal amcalar müşterilerini kaybederken ben anılarımın yerlerini kaybediyorum.


sayılarla otobüs

'1'' seyir halide şöför ile konuşan yancı amca sayısı.

''1.5'' toplu taşımaya zam geldikten sonra tam akbil basışı (lira)

''2'' havasız otobüste yazları açık olabilen max. cam miktarı.

''3'' otobüs durakta kalkmayı beklerken içeri giren su satıcısı toplamı

''4'' dolu otobüste arkadan uzatılan akbil.

''5'' her otobüsün demirbaşı, yolculuk eden ortalama liseli miktarı.

''6'' sefer boyunca şöförün cep telefonundan konuştuğu topam eş-dost sayısı.

''13'' arka koltuk arkasına keçeli kalemle yazılmış toplam mail adresleri.

''34'' koltukta oturan kişi sayısı

''66'' otobüs girişinde tabelada yazan, otobüsün kaldırabileceği max. ayakta yolcu sayısı.

''100'' tabelayı sktrettik, gerçekte ayakta olan yolcu sayısı.

''200'' ayakta yolculuk eden yolcuların koltuk altı miktarı. (summer special)


merhaba sivrisinek, hoşçakal huzur

2009 yazının sivrisinekleri hiç olmadığı kadar güçlü geri geldiler. birşeyler oldu, evrimlerinde bir adım daha attılar belki ve yıllardır onlara karşı kullandığım en güçlü silaha karşı direnç kazandılar. kartuşlu sivrisinek kovucum ile rahat geçirdiğim onca yazın değerini şimdi anlıyorum. bu senekiler bırakın odaya girmeyi, gelip kartuşun üstüne konup biraz emiyorlar göz dağı verir gibi. sanırım bizim civarda yaşayanları uzun yazlar boyunca ufak ufak bağımlısı yaptım bu şeyin. fıkır fıkır kartuş çekip sonra acıkıp beni yiyorlar. bende mecburen kitle imha silahı kullanacağım. bakkalda asılı olan şu çıt çıt diye sivrisinek yakan silahtan, başka çare bırakmadılar. bide zamanında ingiliz sarah ile maraşlı musa aşkı vardı, yeri yerinden oynatan. ne oldu yahu onlar ayrıldılar diye duymuştum bi ara, üzüldüm.


cam kapama timi

belediye otobüslerinde işi sadece ''açık olan camları kapamak'' olan memurların çalıştığına inanıyorum artık. biliyorum her otobüste bi tane var bu memurlardan. en sıcak ağustos gününde de, kalabalıktan birazcık havaya muhtaç kaldığımız bir kış gününde de otobüs içinde bizimleler. açık camı gördüklerinde biz farkına varmadan hemen kapayıveriyorlar, çok hızlılar. hatta bazıları hem camı kapayıp hem de camın açılma yolu içine birtakım engeller koyuyorlar bir daha denersek açılmasın diye. silikon tabancası taşıdıklarından şüpheleniyorum bu iş için. hepsi de küçük adamlar, çok hızlılar. ama gözüm üzerlerinde bir gün resmedebilirsem iş üzerinde onlardan birini, ülkede yer yerinden oynayacak...


waldo'yu bulun!


petar naumoski ve kennet andersson

petar naumoski ve kennet andersson. bu iki isime değinmek lazım. biri makedonyalı basketbolcu, diğeri isveçli futbolcu. ikiside dünya çapında isim yapmış. naumoski, efes pilsen ile koraç kupasını görmüş, andersson ise 83 kere taşıdığı isveç milli formasıyla başarıdan başarıya koşmuş ve laziolarda fenerbahçelerde oynamış. bu iki isim yapmış sporcunun özellikle kariyerleri değil kariyer sonrası yaptıkları ise benim çok büyük beğenimi topluyor. ikisi de sporcu olarak esmiş geçmiş, ardından ise kelimenin tam anlamıyla yollarını bulmuşlardır. akıllı adamlardır bunlar. petar naumoski ülkesi makedonyada bir dönem VMRO-DPMNE partisinden üsküp milletvekilliği de yapmış. parti adı ise bugüne kadar kurulanların en garibidir herhalde bende onu düşünüyorum. bakın şu işe, koskocaman bi adam, takım elbisesiyle. nerden nereye. nasıl kanallar yapmış kendine, milletvekilliğine oynamış yolunu bulmuş, tek kelime ile bravo. ya kennet andersson ?
o kadar dev kulüpte top oynadıktan sonra fenerbahçeye geldi, burda da oynadı gitti. ama yalnızca top oynamakla mı kaldı ? hayır. burda çevresini yaptı, bağlantılarını kurdu, yıllar sonra futboldan emekli olduğu zaman onu televizyonda gördüm şans eseri. üzerinde bembeyaz bir takım elbise ile havaalanına gelmiş. türkiyeden isveçe beyaz peynir ithal ediyormuş. o an dedim, tam bir işbitirici! ne ara kurdun o bağlantıları andersson? diyeceğim bu iki adam hem sporda hemde spor sonrası bişeyler yapmış adamlar. bunun yanında yerli değerlerimizde var tabi. mesela uğur tütüneker. televolenin televole olduğu zamanlar, o programa futbolcular çıkardı. işte tütüneker o dönem futbolu bırakmış ama bunun yanında bir dükkan açmıştı. türlü türlü sabunlar şampuanlar satan bir yer. oranın açılışnda suatı olsun tugayı olsun televole ekibi olsun hep izlemiştik. messilerin ronaldinhoların adının geçtiği şu dönemde bu adamları anmayı bir borç bilirim. iyiki varsın naumoski, iyi ki varsın andersson ve tütüneker..


türkiye gazetesi çeşmesi



türkiye gazetesi çeşmeleri türkiyenin değişmez bir gerçeği, yurdun dört bir yanını sarmış değişik bir oluşum. ortada dikilen bu çeşmenin yanında genelde banklarda oturan gruplar aynıdır, değişmez. genç çift, bir adet gündüz bira içen adam ve sohbet eden iki yaşlı amca. çeşmeyle banklar arasında da güvercin güruhu. bu resim yıllardır böyledir. zamansız, mekansız bir olay türkiye gazetesi çeşmesi ve ahalisi. ne iktidarlar ne kara kışlar atlattılar onlar. hala dimdik, hala kararlılar...


maket döner çılgınlığı !

dönerciler reklam yapma konusunda kendilerini aşmaya başladılar. ilk defa geçen yıl çengelköyde otobüs durağının ordaki büfe, plastikten kocaman bir döner maketi yapıp dükkanın tabelasının oraya astı. otobüsle her önünden geçişimde beni büyüledi bu maket döner. okul yolumda olduğundan ve otobüs durakta durduğundan her gün o şeyi görmeye başladım. her gördüğümde üzerindeki yağlı ve parlak döner resmi kaplaması beni acıktırdı. bu yaratıcılık üzerine daha başka ne yapılır ki müşteri çekmek için derken geçen hafta kadıköyde bir dönerciden cevap gecikmedi. yazıcıoğlu hanının ordaki sokakta caddeye bakan köşede -sanırım dükkanın adı şöhretler- tabelanın üzerinde maket bir döner ve onu kesen maket bir döner ustası var ! ve üstelik hareketli. maketten yapılan usta yan duruyor kolu ise oynar bir aksam ve maket dönerin üstüne doğru inip kalkıo. maket döner ise arada bir dönüyo gerçekçi olsun diye. bunu görmeniz lazım, büyüleyici! her ordan geçişte ağzımda salak bi gülümsemeyle ona bakılı kalıyorum, kaçıramıyorum bakışlarımı. bir yandan belli belirsiz döner kelimesi dökülüyor dudaklarımın arasından. dönerciler sınır tanımıyorlar, bir sonraki adım ne olacak acaba? 3 boyutlu hologramlı bir döner mi bekliyor bizleri ?


''uygun''

dışarda satılan 500 ml. lik suların hepsinin arkasında analiz değerleri tablosu var. suyun içindeki alüminyum, demir ve klorür gibi bir çok şeyi kapsıyor. bunun su içindeki mg. ları. fakat bi kaç tane uyuz olduğum şey var bunlar içinde. sularda diğer şeyler değişse de tat, koku, bulanıklık ve renk karşısında değer yok, onun yerine hepsinde uygun yazıyor. bu hafta tüm suların bu değerlerine baktım ve hepsi uygun. ne kadar yalan bişey değil mi bu. diğer değerler umrumuzda olmasa bile bi suyun bize göre en önemli özelliği tadının normal su gibi, kokususun kokusuz, bulanıklığının bulanıksız, berrak ve renginin de renksiz olmasını isteriz. sayılanlar olmasa zaaten alınmaz bu şey. rengi kırmızı olsa veya açınca bi koku yayılsa kim o suyu kullanır. bu yüzden arkada yazan değerler tablosunda bu uygundur şeyi tamamen gereksiz, göstermelik. hangimiz ordaki yazıda demir 42 pq/L diye içmemezlik yapmıcaz ? oysaki normal değerin iki katı bu. ama bulanıklık yanında uygun değil yazsa hemen reddedicez içmeyi. bu tablo biz normal su içiciler için çok anlamsız, doktorların yazdığı reçeteler var ya , onun gibiler. bizim dilimizden anlatın şu olayı yahu.


kaptanın seyir defteri

kaptanın seyir defteri,, yıldız çağı, yıl 786.. bugün tüm ekibi dinlendirmeye karar verdim. uzay trafiğinin olmadığı ıssız bir köşede güzel küçük bir gezegene karşı gemiyi çektik. bugün ne üniforma var ne emirler. herkesin yüzüne kan geldi, tüm ekipte pozitif enerji var. yalnız şu yeni çocuğun yüzünden düşen bin parça. gerçi bugüne has değil, onun yüzünde hep bir sıkılganlık, davranışlarında çekingenlik var. oysaki gemiye alışma sürecini tamamlamış olmalıydı. 500 küsur yıldız günü geride kaldı fakat küçük öksüz kendini rahat hissedemiyor. onu bir kraliyet görevi sırasında çok uzak bir gezegende yanmış köyünde harabeler arasında bulup mürettebata katmıştım. biraz neşelendirmek için elimle gel işareti yaparak onu yanıma çağırdım. neyi olduğunu sorunca cevap vermiyor, geçiştiriyordu sorularımı. bir kaptan olarak ekibimin mutluluğunu her zaman önemserim. bi yerde kaptanın bir yerde ağbeyinim deyince küçük elroy un gözleri doldu, gözyaşlarının akmasını engellemek istercesine dudaklarını sıktı. ''abim'' dedi, ''büyük savaşta öldü, ne de severdim onu''. hayat hikayesini anlatmaya başladı küçük elroy. dünya gezegeninde doğmuş, abisi büyük galaksi savaşına çağrılmadan önce ünlü bir dansçı ve şarkıcıymış. hatta ''abim birkaç iyi adam adlı grubun mensubuydu, orda klipteki turunculu ve genelde en pastel renkli giyinendi her zaman'' dedi. o an gözyaşlarını silip kamarasına koştu ve abisinin eski günlerden kalma içinde ses kaydının olduğu kaset diye bir şey getirdi. bunu hemen geminin akıllı bilgisayar ünitesi TP-3000 e okuttum. ilk o zaman düşündüm neden gemideki tüm ekipmanların sonunda 3000 5000 olduğunu. tam da o an birkaç iyi adamın birkaç iyi adam şarkısı çalmaya başladı tüm gemide. elroy duygulanıp ağlarken herkes şoka girmişti. bunun üzerine yapmam gerekeni yaptım ve ışın tabancamla önce kasedi, sonrada elroyu yok ederek bu acıya son verdim. mürettebattan bazıları şoku atlatamamış, tüm dinlence günümüzün içine sçılmıştı. büyük kraliyet gemisi M-2500 böylece bu macerayı da atlatmıştı.

teletext strikes back!


yıllar geçtikçe yitip giden değerlerden biri de teletext oldu. oysaki 90ların internetiydi o. çocukken girip dolaşırdım. arkadaşlarla beraber gezinir, eğlenirdik. hele yabancı kanallarınkini gezmesi sanki oralara turist olarak gitmek gibiydi, 16 renkli grafiklere hayran bir şekilde bakarken televizyon çocuğu olmanın haklı gururunu taşırdık hepimiz. oysaki şimdilerde o eski teletextleri göremez oldum. ciddi bir kalite düşüşü ve yozlaşma var. anasayfalar chat mesajlarından, 900lü hatlardan geçilmiyor. eski bir teletext sever olarak buna çok üzülüyorum. bu konuda yetkililerden duyarlılık bekliyorum..


seksen sekiz - seksen dokuz

eskiden televizyonda ileri sürüş teknikleri adamı çıkardı. güvenli sürüş için yapılması gerekenleri, püf noktalarını anlatırdı. bir bölümde öndeki araba ile sürdüğünüz araba arasında ani fren yapıldığı zaman kaza olmaması için belli bir mesafe olması gerektiğini ve bunun da pratik olarak onun geçtiği yer üzerinden seksen sekiz seksen dokuz diyene kadar geçmemeniz ile sağlanabileceğini söyledi. bi yandan da defalarca tekrar eden araba takip animasyonları ve tok sesli bir adamın SEKSEN SEKİZ SEKSEN DOKUZ demesiyle televizyon büyüsüne o sıralar çokca kapılan çocukluğum hemen bunu hiç unutulmaması gereken bir bilgi olarak beynime attı. kendimi bildim bileli arkadaşlarımın arabasında içimden usul usul seksen sekiz seksen dokuz diye sayarım, mesafe güvenilir ise beş dakika sonra bir daha saymak üzere bekler, mesafe yakın ise uyarımı söylerim çat diye ''o öndeki araba fazla yakın değil mi ani fren olsa'' diye. bunu otobüslerde yapamıyorum ne yazıkki. bir çok kez seksen sekiz seksen dokuz kuralına uymuyolar bende söyleyemiyorum.


yenile

internet tarayıcılarının işlevleri arasında yenile kadar faideli başka bir olay yoktur. geri nin hiç bir yeni olayı yok, direk bildiğin diyarlara götüreninden. ileri desen zaten geri ile birlikte işe yarayan gereksiz bi oluşum bi yerde gerinin yancısı. dur ise zaten bombok bi olay. ya aşırı bağlantı yiyen ya da ''ulan bilmediğim yerlere girdim hiç tıklamayaydım virüsü trojeni vardır'' diyipte 3 sn içinde tıkladığını geri alma durumu dur da. oysaki yenile ile değişikliklere ulaşılır, ileriden daha öte işe yarar yenileyip yeni gelene ulaşılır. ''ileri'' kavram olarak daha iyi dursada internet alemine ''yenile'' nin önüne geçemyior.