kol saati

ilk iş görüşmesine de saatsiz gidilmezdi ki. dakik olmak lazımdı. zaten alışılmadık takım elbise sıkıntısı varken sürekli cep telefonunu çıkarıp saate bakmak zor olacaktı. üstelik gördüğü tüm takım elbiseli insanların saati vardı, aksesuardı bir yerde. ama gelin görün ki evdeki tek kol saati uzaktan kumanda görevi de görebilen liseden kalma dijital casio ydu. yanlış anlaşılmasın olay kişisel değildi. ışığı, dünya saatleri ve kronometresi olan casio sunu çok seviyordu fakat klasik bir kol saati lazımdı. arkadaşlarına soruşturdu ama herkesde casio vardı! hatta telefonda ''seninkinin uzaktan tv açma modu var mı'' diye sordu birine. casio saatlerin sidik yarıştırıldığı o eski okul günlerine dönmüştü. kendi casiosunun tv açanlardan olması istisnasız her zaman çevreden takdir toplardı. en sonunda dayısı ona bir kol saati bulduğu haberini verdi. rahatlamıştı. fakat saat pek düşündüğü gibi çıkmadı. ipragaz promosyonu klasik ve basit bir kol saatiydi. neden ipragaz dedi önce kendine sonra dayısına. başka saat olmadığı cevabını alınca çaresizlikten ipragaz promosyon saati alıp evine döndü. yarın sabah görüşmelere gidecekti ve başka yerden başka bir kol saati ayarlayamayacaktı. saatin içi beyaz zemin üzerinde mavi flu ipragaz yazısı ile örülmüştü. uzaktan belli olmuyordu pek. sanki insanı takıp takmamak konusunda kararsız bıraksın diye üretilmişti. ne çok belli ne de çok belirsizdi ipragaz yazıları. acaba takmalı mıydı? saat sadeydi, fena değildi. ama ya ipragaz yazısını anlaşılırsa diye de çekiniyordu. fakat ne olacaktı ki ipragaz yazsa? yok yok insanlar saçının tarayışından dolayı işe alınmıyorlardı. ipragaz promosyon saati çok tehlikeliydi, vazgeçti. bir süre sonra ise takmaya karar verdi. ''orda herkesin saati olacak, benim de bir kol saatine ihtiyacım var ve bu farkedilmiyor'' dedi kendi kendine.


görüşmeye gideceği sabah jilet gibi olmuştu. saatini biraz isteksiz taktı koluna. başkası bilmese bile o biliyordu ipragaz saatini. hatta kafasına ipragazın sokaklarda tüp satan kamyonetlerindeki müzik takılmıştı.


görüşme yerinde insanların yüzlerinden önce ilk olarak saatlerine bakıyordu. büyüklerdi, gösterişlilerdi. hatta kendi kolundakinin iki katı kadar olanları bile vardı. ''olsun benimki sade aynen benim gibi'' diye telkinlerde bulundu kendine. kendilerini görüşmenin yapılacağı yere götüren insanların da koca koca saatleri vardı. bina içinde yükseklere çıktıkça, mevkiler yükseldikçe saatlerin büyüdüğünü farketti. daha önce hiç bu kadar büyük saatler görmemişti. kimisinin içinde gün, ay göstergesi hatta ayın evreleri bile vardı. kafasında ipragaz cingılı, kolunda ipragaz promosyonlu saati ile kendine güveni tamamen gitmişti. gözü herkesin koca saatlerindeydi. acaba onların arkalarında da gizli marka hologramları var mı diye düşünüp dikkat ediyordu. keşke bizim yağ veya omo promosyonu kol saati takan biri daha olsaydı, içi rahatlardı o zaman.
malesef hiç bir varlık gösteremedi, kafası allak bullak olmuştu. görüşme bitti ve ''sizin bir sorunuz var mı'' dedi karşı taraf. bir an boş bulundu ve ''aranızda kol saati televizyon açabilen var mı? benim bir tane vardı ama evde, bu asıl saatim değil'' dedi.


0 Response to "kol saati"

Yorum Gönder