bardak altlığını reddediyorum

bardak altlığı. bardağınızın altına doğru biriken su ve nem zeminde iz bırakmasın diye yapılmış bir şey. oysa ki amacından tamamiyle sapık, ''kapitalizme hizmet eden araya sokulmuş bir reklam'' dır bardak altlığı. bir ikinci olayı ise ev ziyaretinde küçük çocuklara verilmesidir. eskiden daha çok giderdik büyük teyzelere. yani annemlerin teyzesine. orda olmazsa olmazdı bardak altlığı. içtiğimiz kolanın, meyva suyunun altında olurlardı hep. daha doğrusu bizim büyük teyzeler normal zamanlarda bardak altlığı kullanıyor değillerdi, bayram ve seyranlarda aile toplaşmasının olduğu günlerde bardak altlığı üzerine hiç düşünülmeden biz küçüklerin önüne sunulurdu sadece. hala gözümün önünde kırmızı olanın üstünde ''marlboro adventure team'96'' mavi olanında ise eski tarzıyla ''camel'' amblemi vardı. marlboro ve camel o dönemler bardak altlığı olayını önemsiyor ve bütçelerinden buraya reklam payı ayırıyorlardı. oysa ki hitap etmesi gereken kitle yerine bu bardak altlıklarının çoğu bayramda ev toplaşmalarında biz küçüklerin önünde kalıyor ve bizde bi bok anlamıyorduk. bardak altlıkları gerçekten hiç bir işe yaramıyor, yıllardır kendi odamın bilgisayarı taşıyan masasında leşçesine yer içerim bir kere bardak izi görmedim. oluşsa bile ıslak bir süngerle geçer gider. nedir bu yaşlıların bardak altlığı takıntısı anlayamıyorum, eskiden büyük teyzede meyve suyumun altına koyduğum marlboro adventure team'96 bardak altlığı ile yeniden karşılaştım. bu sefer bira içiyordum tekrar altımdaydı. 14 yıl olmuş be. yıllar geçecek biz ölecez o bardak altlığı hizmetine devam edecek galiba.


the curious case of kemalettin

                                                                           1
kemalettin 20li yaşlarının başında orta zekalı ve iyi niyetli bir adamdı. üniversiteyi kazanan arkadaşlarının öğrenci evine davet edilmiş, biraz düşündükten sonra zaten hiç bişey yapmadığından oraya gitmeye karar vermişti. liseden sonra üniversite sınavlarında sıkıntılar çekmiş açıkta kalmıştı. evden öss'ye hazırlanma gazıyla bazı test kitapları almış fakat taktiksel olarak hızlı koşmuş çabuk yorulmuştu. bir iki ay sonra kendini evde 6 gündür giydiği kokuşmuş tişörtü, yağlı saçları ve tek ayağı çoraplı tek ayağı çıplak hali ile bilgisayar başında sabahlamalarda bulmuştu. işte tam o an eskişehire gitmenin kendisine iyi geleceğini, hem de arkadaşının öğrenci evi ile yepyeni kızlara bile ulaşabileceğini düşünmüş keyiflenmişti.
yolculuk günü yeni pantolonunu altına çekmiş, montunu giymiş ve çantasını tek eli ile sırtı üzerinde tutarken kendini indiyana cons gibi hissetmişti.
                     
                                                                          2
yolculuğu bitip gara varınca arkadaşları onu karşılamışlar, şen kahkahalar ve espriler ile eve doğru yol almışlardı. bu mutluluk tablosunun gittikçe bozulacağını, kemalettin'in içinden çıkılmaz bedbaht durumlara düşeceğini kimse öngöremezdi. her şey ilk karşılaşma konuşmalarının kesildiği o ilk sessizlik anı başladı. kemalettin'in her adımında sanki uzaklardan gelen bir ses, gittikçe artan. dikkat ettikçe artan bir ses dikkatini çekti. klasik bir yanlışa düştüğünü anlamıştı kemalettin. anlamıştı fakat kendine yediremiyordu. nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirdi. yeni aldığı pantolonu hiç denemeden ilk defa giymişti ve şimdi yürüdükçe pantolonundan gelen hışırdama sesine mahkumdu. üstelik montuda hışırdayan cistendi ama sesi rahatsız edici olmamıştı hiç. oysaki şimdi pantalonun sesi sanki montuda tetiklemiş, birbirlerinden güç alırcasına kemalettini hışırtı sesleri ile bitirme oyununa ortaklaşa başlamışlardı.
hırt-kırt-şırt-hırtküe sesleri ile adımlarını atıyordu kemalettin. acaba arkadaşları bu durumunu anlamışlar mıydı yoksa o çok dikkat ettiği için mi böyle duyuyordu hışırtıları. aylardan kıştı ve iç anadolunun o göt kesen soğunu iliklerine kadar hissediyordu. hep beraber adımlarını hızlandırdılar ve 15 dakikalık yürüyüşün ardından eve vardılar. eve girice montundan ve pantolonundan dolayısıyla hışırdamasından kurtulduğu için kemalettinin keyfi yerine geldi. fakat dakikalar geçmesine rağmen kimse montunu çıkarmamıştı. tam da bunu düşünürken arkadaşı selim kemalettinin duymak isteyeceği son şeyi söyledi:
-''kemo sende üstünü çıkarmasaydın, şansına 2 gündür doğalgazımız kesik, öğrencilik işte. bi katalitik var ama o kendini anca ısıtıyo, 2 gündür montlayız''
o akşam ev tıka basa dolu olacak, içkiler içilecek ve yeni kızlarla tanışacaktı kemalettin. hışırdayacağına soğuktan donardı daha iyi! ayrıldıktan sonra hışırdayan adam olarak akıllarda kalmak istemiyordu. hemen arkadaşlarından pantolon ve mont ödünç istedi. oysa ki çıta gibi olan delikanlılara nazaran kemalettin aylardır evde götü göbeği salmış onların iki katı olmuştu. karnını içeri çekti, ıkındı sıkındı fakat kimsenin pantolonunun ve montunun içine giremedi. ama yine de yanında getirdiği pijamalık şortu ve tişörtüyle dayanacağını düşünüyordu.

                                                                             3
eski dostlar bir araya gelmiş, biralar açılmış eğlenilmişti. bir yandan akşam çökmeye başlamıştı. kemalettin artık geceyi şort ve tişört ile kurtaracağından emindi, birasını yudumlarken yeni tanışacağı başka şehrin kızlarının heyecanını yaşıyordu. evin kapısı çalındı, birkaç dakika sonra bir kez daha ve gittikçe kalabalıklaşmaya başlanmıştı. kemalettin yeni insanlarla tanıştırıldı ama bu sefer de kendini rahat hissetmemeye başladı. herkes pantolonu, montu atkısı ile dururken o evin küçük kardeşi gibi şortlarla, tişörtlerle geziyodu. bu hali yeni tanışacağı kızlara karşı maça 1-0 yenik başlamak olacaktı. zaten kaba etleri ve kolları bir mermer kadar soğumuştu. ''kendime eziyet etmenin anlamı yok hem yepisyeni pantolon o'' dedi ve tekrar hışırtılı elbiselerine büründü kemalettin. cızırt-hışırt diye ortada dolanmaya başladı. sigarası bitmişti, hem yakınlardaki bakkala sigara almak için hem de kıyafetlerinin hışırtısını yalnız başına test etmek için bakkala yollandı. sessiz sokakta sanki apartman duvarlarını inletiyordu hışırtıları cızırtıları. öyle ki sanki artık ayakkabısından bile ses geliyordu. kemalettinin kafasının içinde cızırt-hışırt-hmps sesleri peydah olurken çıldıracak gibi oluyordu. bakkaldan içeri girdi ve elini cüzdanına attı. çıkan cızırtılara içerdeki üç kişi de baktı. o bakışları yakalayınca artık olağanüstü bir hali olduğuna kanaat getirdi kemalettin. bozuk moral -cızırt- ile -hışır- tekrar -hış- eve -ssşiıh- döndü.

                                                                            4
hep sabit durursa hışırdamıyordu fakat vahe kılıçarslan gibi durmak epey zordu hemde yeni tanışılan başka şehrin kızları ile konuşurken. en basiti içkisini yudumlamak için yaptığı hamlede sviss ve hışırt ediyor, insanlar gayri ihtiyari bir bakış atıyorlardı kemalettine. canı öylesine sıkılmıştı ki bi ara üstündekileri parçalayıp ordan kaçmak, evine doğru çıplak koşmak istedi kemalettin. alkolün de etkisiyle artık canına tak etti ve üstünü değiştirip, şortla tişörtle devam etti geceye. artık hışırdamalar yoktu ve tüm ilgisini yeni tanıştığı başka şehrin kızlarına verebilrdi. o değişiklikten sonra rahatladı. konuştu, içti, konuştu, içti ve sonrasında sızdı.

                                                                            5
sabah uyandığında boğazı ağrıyor, başı dönüyor ve burnu akıyordu. önce nerede olduğunu anlamadı daha sonra hapşırdı. önceki gece hışırtılardan kurtulmak için montsuz ve pantolonsuz dolaşmış, buz gibi evde soğuk yiyip şifayı kapmıştı. gözlerini bile tam açamıyordu. tam 3 gün yattı. ev soğuk olduğundan bir yandan iyileşemiyordu da. üçüncü günün akşamı artık bundan daha hasta olamayacağını düşünerek hastalığını evde geçirmeye karar verdi. pantolonunu giydi, üstüne de montunu. geldiği otogara yine aynı yolda yürürken ayakabılarından -grupt- pantolonundan -hışırt- ve montundan da -sviss- senfonisi devam ediyordu.

2010 kültür başkenti


bir filmden



(Office Space, 1999)

fantastik sexşop ürünleri

birgün merkezi bir yerde yürürken kafanızı kaldırıp yan yana dizilimş binaların, hanların 3. 4. katlarına bakarsanız etrafta dolu sexşop olduğunu farkedeceksiniz. işte bu sexşopların çoğu internet üzerindende satış yapıyorlar. araştırmalarım sonucunda çok satanlar listesindeki fantastik ürünleri deşifre etmeye karar verdim. sonuçta bunlarda fabrikası kurulan, kalıpları dökülen, vergileri ödenen ürünler. bir kutu kola nasıl gayri safi milli hasılayı arttırıyorsa üretildiği yerde o da kayıtlı oluyor arttırıyor. ama gelin görün ki aşağıdaki tüm ürünler sapkınlığın, şehvetin, hayaller dünyasının meta haline gelmişidir:

İlk ürünümüz ''gamma ayarlarıyla oynanmış pembe memeli hollandalı köylü kızı'' ile sevişmek istiyorum diyenlerin tercihi. nintendo wii gibi bir kontrolü de var.











İkinci ürün ise fantazisini ''zenci olsun balık eti olsun, jartiyeri olsun'' üzerine kurmuş olanlar için. herhangi bir frp oyununda rahatça tank olarak görev alabilir. kolları bir garip yapılmış.











 bu modelin suratı nasıl tasarlanmış, nasıl karar kılınmış anlamak mümkün değil. diğerlerinin suratı direk fotoğraf gibi basılırken yandakine keçeli kalem ile şekil verilmiş gibi, daha da ötesi korkutucu.








sıra geldi şişme adamlara. bakınız 2-124 modeli ne kadar bizden, anadolu kokuyor. bıyığı,  saç traşı ve göğüs kılları ile tam bir maço.








en tehlikeli ürün ile karşı karşıyayız. erkeklerin sevişmesi için tasarlanmış erkek şişme bebek. mahalle bakkalı, berberi ile sevişmek isteyenlerin seçimi. bu model de baya bi korkutucu gulyabani gibi.








son olarak mangacıları da unutmamışlar. şişme manga karakteri de gayet satılıyor sitelerde.











belki iş yerinde çalışma arkadaşınız, belki de yan komşunuz bir 2-124 sahibi. eğer kasıtlı bir yönlendirme yoksa bu ürünlerin hepsi de çoksatılanlar listesinde. ben sen ahmet mehmet almıyorsa kim alıyor bunları?

lihtenştayn, lüksemburg ve faroe adalarına yapılan haksızlık hakkında

türk spikerlerinin lihtenştayn, lüksemburg ve faroe adaları milli takımları hakkında atıp tutmalarının artık sonu gelmeli. her maç öncesi yok efendim lihtenştaynın sol beki aslında fırıncı, lüksemburgun forveti ülkesinde demircilik yapıyor. daha maç başlamadan kağıt üzerinde bir sıfır önde başlamak için yapılan ucuz numaralar bunlar. belki zamanında bir lihtenş fırıncı gelip milli formayı giydi çıktı ve sonra tüm takımın üstüne kaldı bu yafta. yıllardır mı demircisi, bakkalı çıkıp oynuyor yahu ülke adına. bence o kötü dönemleri atlattı lüksemburg, lihtenştayn ve faroe adaları. misal lüksemburgun gayet ciddi ve başarılı bir futbol federasyon sitesi var:

http://www.flf.lu/

lihtenştayn'da ise ülke nüfusunun %45'i (15.510 kişi) en az bir spor derneğine üyeymiş. her 198 lihtenştaynlıdan biri bir spor derneği başkanıymış.



ama faroe adaları çok boktan lan onu savunmicam hiç (http://www.football.fo/en/) zaten futbol kasmalarına gerek yok, curling olur buz hokeyi olur daha önleri açık o konuda.

kral ajax


ajax takımının amblemi diğer takımlardan oldukça farklı. uzun zamandır kim bu adam kim adam diye düşünür dururum. o adam yunana mitolojisinden salamis kralı ajax'mış. bir dönem soldaki kullanılmış, ama çok karışık diye sağdakine geçilmiş. soldaki bir amblemden çok paraya benziyor. sağdaki yeni versiyonda ise kral ajaxın suratı 11 çizgiden oluşmuş ki bu 11 çizgi ajaxın ilk 11'ini temsil ediyormuş. güzel hareketler tabi bunlar. bizim memlekette böyle birşey yapılsa adamı itin götüne sokarlar heralde. gavur kralını logo yapan kulüp binası taşlanır, ateşe verilebilir rakip taraftarlar tarafından.