mecdiyeköy otobüsü veya hüzünlü bir die hard sendromu

bazıları der ki yeryüzünde cehennemi yaşamak için iki yol vardır: birincisi sıcak bir ağustos öğlesi mecidiyeköyde kalabalık arasında kalabalık bir bostancı otobüsü beklemek. diğeri ise tam da yeni başımdan geçen soğuk, yağmurlu ve kalabalık bir kış günü mecidiyeköyde kalabalık arasında kalabalık bir bostancı otobüsüne binmek. öyleki tüm gün tam randımanla çalışan pantalon paçaları eve dönüşte yediği yağmurdan garipleşir, ekşir. ayakkabının üstünde potlanma yapar orda birikir paçalar. elde eve götürülecek poşetle bir süre bekeldikten sonra bostancı otobüsüne atlanır. oturacak boş yer olmasada sorun değildir, ayakta yolcu yoktur ve hemen en arka iniş kapısının önündeki direğe dayanılır. oysaki saat, günün en kötü saati ''iş çıkışı, yollar kalabalıktır saati''dir. duraklardan üçer beşer toplanan yolcularla, ayaktaki haraket edebilme özgürlüğüm küçülmeye başlar. köprüye yaklaşırken artık içerde şov vardır ve dışarısı çok soğuk olsada bu kadar insan sayesinde içerisi ısınır camlar tamamen buğu olur. üstümdeki montu çıkarmak için de çok geçtir artık. ayakta yolculukta, mont çıkarıp tek eli o montu tutmaya zorunlu hale getirmek büyük bir kumardır. kimi zaman iki kolun ayakta kalmaya yetmeyeceği virajlarda ve kalabalık içinde bende mont dursun yük olmasın düşüncesiyle çıkarmamışımdır. camlar ve gözlüğüm buğu olduktan sonra artık koca montun içinde kendimi denizlerde yaşayan su minaresi gibi hissederim. nerde olduğumu bilmeden, görme yetimi kaybetmiş,terlemiş, sıkılmış bunalmışımdır. fakat beterin beteri vardır. köprü çıkışı durağı olan o kritik duraktan az yolcu binsin diye dua ederim. tam o anda şlak diye benim olduğum bölgenin kapısı, yani arka kapı açılır ve üstüme doğru birinin beresi yıllardır görmediğim önünde kocaman FİSCHER yazan beresiyle iki tane amca koşmaya başlar. şov mast go on diye binerler artık hacmen dolan otobüse. beresiz olan amca önümde kendine yer bulur. önüm dediğim ise benim burnum ile onun ensesinin arasının 2cm e kadar indiği alandır. otobüs artık anadolu yakasında seyrine devam ederken, ben sıkıntıdan amcanın ensesinden çıkıp kesilen kılların çıkma yerinin siyah noktalarını saymaktayımdır. tam o anda kötülerin kötüsü, iğrenç bir şey olur ve otobüs ani fren yapar. bu ani fren ile arada 2 cm olan benim burnum ile amcanı terli ensesi bir araya gelir. ve o anki nefesimde buram buram amca terli ensesi kokusu teneffüs ederim. ama öyle böyle değildir bu koku. tam bir erkek kokusu, hemde erkeğin ensesi kokusudur ki umarım düşmanımın başına gelmez, koklamaz onu. ölmeden mezara girmektir amca ensesinin kokusunu içine çekmek. o fren anı saliseler sürse de beynimin içinde oturan küçük adam o anlarda haaaaaayırrrr diye bağırdı bunu duyduğuma eminim. amca ensesi kokusundan kurtulmam bikaç dakikamı aldı tam emin olamıyorum, ve anladım ki benim ineceğim durağa azıcık bir zaman kalmış. hemen düğmeye bastım, kapı açılınca üstüme esen soğuk rüzgarla birlikte yeniden doğduğumu hissettim. amcanın ensesini geride bırakmıştım, kurtulmuştum ondan. suratıma çarpan havayı sevdim, yaşamak ne güzeldir bir daha anladım.


0 Response to "mecdiyeköy otobüsü veya hüzünlü bir die hard sendromu"

Yorum Gönder